Erbakan Hoca ve Cübbeli Ahmet Hoca
Bu Ramazan iftar vakitlerine, Erbakan Hoca ile Numan Kurtulmuş arasındaki rekabet ve bir de Flash TV’de iftar programı yapan Cübbeli Ahmet Hoca ile üniversite kökenli hocalar arasındaki kavga damgasını vuruyor.
Erbakancılar, Numan Kurtulmuş’un katıldığı iftar yemeklerini basarak kendilerini ve Erbakan Hocayı gözden düşürmeye, yani aslında Kurtulmuş’a çalışmaya devam ediyor. İlk anda akla hemen “Haricileri” getiren Erbakancıların bu iftar basma görüntüleri kimleri sevindiriyor, Erbakan Hoca’nın bir düşünmesi ve kesin tavrını koyması gerekir. “Tasvip etmiyoruz” ve “Alakamız yok” gibi basın açıklamaları yetmiyor. Erbakan olarak siz, “Kim ki bir daha böyle bir şey yapıyor, o davaya ihanet ediyor, gözüme görünmesin” deseniz, bunların tekrarı mümkün olabilir mi?
Yok, biz aslında Numan Kurtulmuş’a çalışıyoruz diyorsanız, o başka.
Gelelim Cübbeli Ahmet Hoca’ya..
Maşallah, tek başına bir ordu gibi.
Hem diyalogculara hem Vahhabilere hem “Ben, ben” diyerek nefsini ekranlardan gözümüzün içine sokanlara Ayetlerle, Hadislerle hadlerini bildiriyor.
Yaptığı programdan para almıyor. “Beni seyredin” diyor amma, o anda kendini seyreden fakat vaktin namazını (İkindiyi) kılmamış olanlara da, “Yahu kalkın hiç olmazsa farzını kılın” diye adeta yalvarıyor.
Yani derdi reyting değil, bir Müslümanın kurtulması. Samimiyeti halinden ve tesirinden belli oluyor.
Mezhepsizlik!
İlahiyatçı Prof. “Ah şu mezhep taassubu” diyor, “Konuşturmayın beni” diyor, “Her şey Kur’an-ı Kerîm’de var, mezhepler sonradan çıktı, bidattir” diyor, “Konuşturmayın beni” diyor, diyor da diyor..
Oysa “Mezhebi öneren” ve “Ümmetinin ihtilafında rahmet” olduğunu söyleyen bizzat Peygamber’dir.
Bu ihtilaf elbette ki fitne ihtilafı değil, fikir ve görüş zenginliği itilafıdır.
Yine, “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız kurtulursunuz” diyen de, Allah’ın Resulünden (s.a.v) başkası değildir. Konu uzun ama biz bir örnek verelim, mesele anlaşılsın.
Hz. Ömer’in (r.a) “Analar bir daha Muâz gibisini doğuramaz” dediği ve Peygamberimiz(s.a.v)’in “Ey Muâz seni çok seviyorum” diyerek şereflendirdiği Muâz Bin Cebel(r.a)’i Allah’ın Resulü irşat için Yemen’e gönderirken aralarında şöyle bir diyalog geçer:
“Sana bir mesele sorulduğunda ne ile hükmedeceksin?”
“Allah’ın kitabındakilerle.”
“Eğer Allah’ın kitabında bulamazsan ne ile hükmedeceksin?”
“Allah Rasûlü’nün hükmettiği ile.”
“Eğer onda da bulamazsan!”
“Kendi reyimle içtihat ederim!”
Bu cevap üzerine Peygamberimiz Allah’a şöyle şükreder:
“Nebisini, râzı olduğu şeyde başarılı kılan Allah’a hamdolsun!”
Demek ki, “Kur’an” öncelikmiş ve demek ki bazı meseleler Kur’an’da olmayabiliyormuş. Demek ki “Sünnet ikinci müracaat” kaynağı imiş. Ve yine demek ki bir mesele hem Kur’an’da hem Peygamber sünnetinde olmayabilirmiş ve işte o zaman Hz. Muaz gibi “Fakih” olanlar “kendi reyleri ile içtihat edebilir”miş.
O “fakihlere” uyan bizim gibiler de o fakihin içtihadına, yani mezhebine uymuş olurmuş..
Cahil kim?
Adam, “O cahil!” diyor. Biz de, “Müslüman mı?” diye soruyoruz, “Evet” diyor. Kardeşim, bir Müslümana okuryazar değil diye “cahil” denir mi?
Aşık Veysel cahil mi?
Asıl cahil on üniversite de bitirse Allah ve Resulünü bilmeyendir. Amr. b. Hişam el Muğira Mekke’nin en bilgili kişisi idi. Peygamberimize “Muhammedül Emin” sıfatını takacak kadar da “adamdan anlıyor”du.
Ama nefsi, Allah’ı inkârı onu “Ebu Cehil” yaptı. Peygamberimiz okuryazar değildi, (hâşâ) cahil mi idi? Peygamberimizin bildiğini hangi yaratılmış bilebilir ki?
Size bu toprağın okuma yazma bilmeyen arifine cahil dedirten, oryantalist operasyonlardır, gafil olmayın, ayağınız öyle bir kayar ki, şaşırır kalırsınız.
Sen, onlara hak ettiği sıfatı kullanıp “cahil” demeye başladığın anda Batı karşısında içinde bulunduğun şu “aşağılık ruh halinden” kurtulmuş olursun, tuzağı fark et. Kendi kavramına sahip çık.
Çünkü millî ve manevî kavramlar da vatan gibi aziz ve mübarektir, akıllı ol!