Engin Ardıç'ların ve Saraylıların keyfi kaçmasın...
Oğluna pantolon alamadığı için evinin banyosunda kendini asan İsmail Devrim'in haberini yapan gazeteciyi göz altına alıp bıraktılar...
Gazeteci Ergün Demir ile birlikte mahalle muhtarını da götürmüşler...
Fotoğrafı inceledim, 5 jandarma eşlik ediyordu.
Ergün adliyeye girişinde, haberi yapan gazeteci gibi değil de sanki cinayet işlemiş bir zanlıydı!
*
Besleme medya zaten çoktan kararını vermişti; "adamın psikolojik sorunları varmış... mış... mış..."
Psikolojisi yerinde olsa intiharı düşünmezdi elbette! Mesele; girdiği bunalımın ekonomik sıkıntılardan kaynaklanıyor olmasıydı zaten!
Yandaş basında çok sayıda "yıkama" yazıları, haberleri yayınlandı... En acısı, ejder meyveli sofraların müdavimi Engin Ardıç'a ait olandı...
İntihar eden baba ile ilgili; "adamın biri liseye giden oğluna okul pantolonu alamadığı için kendini asmış" ifadesini kullanan Ardıç, "hayattan kaçmış, ben ölürsem bu çocuk ne yer ne içer diye düşünmemiş", "demek ki pantolon bahane, muhalefet şahane" şeklinde cümleler kurarak "yazarlık görevini" yerine getirmiş!
Ardında iki genç evladını ve gözü yaşlı eşini bırakmış, girdiği bunalım nedeniyle kendi kıyametini yaşamış bir insan için edilecek en çirkin sözler bunlar...
Saray'ın koltuğu altında çıkan bir gazetede yazıp, ballı maaşlar indirerek sen kendini "garantiye" almışsın nasıl olsa...
Hayat sana güzel Engin Ardıç...
3. havalimanında çalışan işçiler; "tahtakurusu dolu yataklarda yatmak istemiyoruz" diye isyan ediyorlar, patronları bile onlara hak veriyor ama bu arkadaş çıkıp; "ne var canım benim de yatakhanemde tahtakurusu vardı" diye bir cümle kurabiliyor!
Üniversiteli gençler günde bir öğün yemek yiyebiliyor, açlık ve sefalet ülkenin yarısını esir almış, aileler bunalımda, sofralarda ucuz olsun diye insanlar zehirli gıdalar tüketiyor...
Biz böyle bir ülkenin Saray sofrasındaki şatafatı eleştirdiğimizde yine bu arkadaş köşesinden; "ne var canım, davette Türk yemekleri mi yeseydiler" diyebiliyor...
Engin Ardıç... seni iletişim fakültelerinde ders olarak okutacağımız zamanlar da gelecek...
Gazetecilik mesleğinde her şey olabilirsiniz ama Engin Ardıç olmayın diyeceğim genç meslektaşlara...
*
Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir alışkanlığı vardır...
Memlekette ise gerçeklerle sorunu olan gazeteciler türedi! Belki dünyada bir ilktir!
Hem bu mesleği yapacaksınız hem de gerçekleri karartmak için türlü numaralara başvuracaksınız...
"Hortumlamak" tabirini Türkçemize kazandıran meslek büyüğümüz, duayen gazeteci Necati Doğru "bu model" için "hazineden emzikli gazeteciler" derdi...
Onlar her dönem var oldular... Süleyman Demirel'in de sofrasında, uçağında vardılar, Özal'ın da...
Olamadıkları tek yer halkın vicdanıydı...
*
İktidarın eleştiri konusu her olayında, emzikli gazeteciler ortaya çıkıp ellerinde iftira deterjanı ile gerçekleri çitilemeye başlıyorlar...
Medyanın neredeyse tamamı ellerinde... Bundandır; yoksul bir ev hanımına mikrofon tutulduğunda; "açız, dolap bomboş, oğlan işsiz" diyor... Ve sonra da şunu ekliyor; "bunlar hep dış güçlerin oyunu!..."
İktidarın emrindeki medya tekeli; beyazı siyah, kuzgunu kartal gösterme gücüne sahip...
Cumhuriyet'in haberine göre şimdi yeni bir yasa taslağı hazırlanıyor; RTÜK ve BTK uzmanlarının hazırladığı taslağa göre internetten yayın lisansı için MİT ve Emniyetten izin koşulu getiriliyor. Tüm Radyo-TV yayınları denetim, erişim engeli, lisans iptali gibi bir sansür çarkının içine alınıyor.
Yani;
Pantolon alamadığı için intihar eden babanın haberi yapılmasın...
Daha dört ay önce Bodrum'da evin tavanına kendini asan Şerafettin Y'nin isyanını, üç çocuğundan başka duyan olmasın!
Beş ay önce Aydın'da 43 yaşındaki Doğan Adak'ı yaşamdan koparan bunalımı,
Çerkezköy'de 32 yaşındaki Armağan Kuru'nun,
Kayseri'deki inşaat işçisi 18 yaşındaki Ramazan T'nin ölümle sonuçlanan çaresizliğini,
Denizli'de 43 yaşında intihar eden Süleyman Kart'ın cebinden çıkan borç ihtarnamesini kimse görmesin!
Engin Ardıç'ların, Saraylıların keyfi kaçmasın...
Son kalan medyayı da ele geçirin, gerçeğin peşindeki son gazetecileri de işsiz bırakın yeter...