En büyük aşklar nefretle başlar...
Aylardır darbe planlayıcısı diyerek hedef tahtasına oturttukları Kurmay Albay Dursun Çiçek, bir anda yandaş medyanın “Dreyfus”u oldu!
Askeri Savcılığın “İrticayla Mücadele Eylem Planı” iddianamesini tamamlamasından sonra garip şeyler olmaya başladı.
Dursun Çiçek’i, kaynağı meçhul (en azından bizim öyle sandığımız) bir mektubu temel alarak, aylardır “nefret” fışkıran bir tavırla, sistemli biçimde “hedefteki adam” olarak konumlandıranlar, bir anda “aşk” dolu serenadlar yapmaya başladılar. Üç gündür “gitti çiçek gibi subay” ağıtları yakıyor yandaş medya!
Aylardır, neredeyse her gördükleri üniformalıyı “darbeci” diye işaret edenler, “Dursun Çiçek’in şerefli üniforması”ndan bahsetmeye başladılar... Davaya konu “plan”ın bir “kağıt parçası” değil de “belge” olduğunu, altındaki imzanın da Çiçek’e ait olduğunu ispat için, teknolojiye (ıslak imza makinası) karşı bile kıran kırana bir mücadeleye girişenler, tam da askeri savcılık “Belgeyi hazırlayan Çiçek’tir” iddiasını paylaşmışken, “askerlik mesleği plansız yapılmaz” demeye başladılar... Tatbikat senaryolarına dahi tahammülünüz yoktu sizin, ne oldu şimdi, ne oldu böyle, nerde o taş fırın yandaşlar? Bir anda oldular hakkı, hukuku, insan onurunu, aile kurumuna saygıyı hesap eden “light medyacılar”(!)
‘Aile’yi de hatırladılar
“Dursun Çiçek’in ruh halini kavramak için kendimizi onun çocuklarının yerine koymamız gerektiğinden” bahsederlerken ister istemez konum olarak İrem Çiçek’ten hiç de farkı olmayan ve avukat olarak babasını savunmaya çalışan Zeynep Küçük’ü hatırlıyoruz... Levent Ersöz’ün geçirdiği travma sonucu bileklerini kesen kızı Fulya Ersöz’ü... Şener Eruygur’un telefon konuşmaları internet sitelerine saçılan karısı Mukaddes Eruygur’u... Kocasını aldatmakla itham edilen asker eşlerini ve bu nedenle intihar eden gencecik subayları... Bugüne kadar Silivri’de yahut Hasdal’da tutuklu bulunan askerin hangi birisi için “empati” müessesesini devreye soktu ki yandaş medya, şimdi birden vicdan kesiliyor?
Aylardır intihar eden bir çok subayın cenazesine dahi saygı göstermeyen, PKK itirafçılarının, meçhul ihbarcıların ağzıyla son yolculuklarına bile huzurla çıkmalarına izin vermeyenlerin şimdi “Dursun Çiçek’in meslekî intiharı”ndan kaygı duyar hale gelmelerini samimi bulacak kaç kişi çıkar bu ülkede?
“Dursun Çiçek’i kurtarmak” için çoktan seçmeli “karşı darbe planları” bile yapanlar var köşelerinde;
a. Çiçek kendisini feda etmeye kalkarsa ne yapmalı?
b. Çiçek kendisini feda etmek istemez, fakat TSK tarafından kurban edilirse, ’yalancı’ durumuna düşürülürse ne yapmalı?
İş öyle bir raddeye geldi ki, aylardır “askeri vesayet” aşağı, “askeri vesayet” yukarı yaftalaması yapanlar, yüzleri tutsa bir avukat ordusu da tutacaklar Dursun Çiçek’in “şerefli üniforması”nı savunmak üzere!
İçlerinden biriymiş
Arenadaki en azgın aslanlardan biri, Çiçek’e “Islak imza tartışmalarının başından itibaren sebebini tarif etmekte zorlandığı bir sempati duyduğunu” yazdı dün.
Hatta daha da ileri gitti ve şöyle
dedi: “Belki biraz bizden biri gibi olmasından!” Yetinmedi: “Askerlik şerefi adına ve belki daha önemlisi hukukun üstünlüğü adına Dursun Çiçek’in yok edilmesini engellemek gerekiyor. O artık bizim Dreyfus’umuz” diye yaptı yazısının finalini...
Aylardır bir çok “şerefli” Türk subayı için buna benzer cümleler kurduğu için “hedef gösterilen” bir gazetenin mensubu olarak ağzım iki karış açık, “yuh artık” diyorum.
Dava arkadaşlarının analarından
emdikleri süt burunlarından getirilirken, bir AKP iç güveysi tarafından “içimizden biri” olarak etiketlenerek, bir nevi “koruma altına” alınmaktan onur duyacak “şerefli bir Türk subayı(!)” var mıdır bilemiyorum; bunu Dursun Çiçek’in bu sahiplenmeye karşı vereceği tepki belirleyecek...
Ama eminim yıllarca bu vatana hizmet etmiş, kimi emekli, kimi gazi, kimi soruşturma sırasında şehit olan, kimi hasta yatağında, bu davalar serisinin “Dreyfus”ları olan bir çok asker neden, Çiçek için başlatılan “iade-i itibar” kampanyasına dahil edilmediklerini sorgulamaya başlamışlardır:
Ne değişti?
Askeri Savcılığın iddianamesinde Çiçek’in hedefinin hükümet değil de TSK olduğunun ileri sürülmüş olması mı yandaş medyayı saf değiştirmeye iten?
Peki ya bir ihtimal daha varsa;
Aslında değişen hiçbirşey yoksa
buralarda!..
Demem o ki, biz yeni bir oyun kuruluyor zannederken, aslında halihazırda oynanan oyunun bozulmasından, maskelerin düşmeye başlamasından, kimin elinin kimin cebinde olduğunun anlaşılacak olmasındansa bu telaşlı aşk!
+++
Teröristbaşının gözbağı açılım tezgahçılarının gözlerinde
Atilla Uğur yıllarca PKK’ya karşı dağlarda savaşan ve Apo 1999 yılında enselenip Türkiye’ye getirildiğinde, onu İmralı’da ilk kez sorgulayan kişi idi.
Uğur’dan aldığım mektubu özetliyorum:
“16 Şubat 1999’da, soğuk ve yağışlı bir İmralı gününde, korku dolu gözlerle akıbetini düşünen Abdullah Öcalan bugün kurtarıcılığa ve muhataplığa oynuyor.
İlk gün ve sonrasındaki süreçte bize ’Vereceğiniz her görevi yaparım’ diyen kişi şimdi Türkiye’ye görev vermeye kalkışıyor. İdamdan kurtulmak için örgütünü çökertmeye çalışan bu adam Şimdi Türkiye Cumhuriyeti’ni çökertmeye soyunuyor.
İmralı’da ilk gün kulağına eğilip ’Bir varmış bir yokmuş!’ dediğim Öcalan’ın aklımdan hiç çıkmayan sözlerinden -şimdilik- küçük bir bölümü size aktarmak istiyorum:
- Devletimin vereceği her göreve hazırım.
- Büyük Atatürk’ün kurduğu devletimize hizmet etmek, acılarımı biraz olsun hafifletecektir.
- Kürt halkı akılsızdır, çıkarlarına düşkündür. Barzani ve Talabani, kendi çıkarları için herşeyi yapacak rezillerdir.
İmralı’da Türk bayraklarının huzurunda görüntüsü almak için gözbağını çıkardığımda, korkan gözlerle bakarak ’Beni asacak mısınız’ diye soran teröristbaşının gözbağı, acaba şimdi açılım ihanetini tezgahlayanların gözlerine mi bağlanmıştır?
(...)
Jandarma, Özel Kuvvetler, SAS, SAT ve Polis Özel Harekat mensupları düzmece iddialar ve ’teröristlik’ suçlamasıyla
cezaevine atılmışlardır. Bu insanların ortak özelliği, terörle mücadelede başarılı kişiler olmalarıdır.
Suçlanan bu insanların arasında vücudunda kalan bomba parçaları nedeniyle cezaevi girişindeki X-Ray cihazından tabiri caizse ’ötmeden’ geçemeyen gazilerimiz var. Halen görevde bulunan, kanları ve canları pahasına mücadele eden arkadaşlarımızın bu durumdan olumsuz etkilenmemesi mümkün müdür?
Kamuoyu çok iyi bilmelidir ki, ordumuz, polisimiz ve korucumuz bu belayı yine defedecektir. Önemli olan, ülkeyi yönetenlerin gözlerindeki bağı çıkararak gerçekleri görmeleri, ya da milletin, ihanet içinde olanlardan sandıkta hesap sormasıdır.”
* Emin Çölaşan / Sözcü
+++
Politik patinaj
Yunanistan son yıllarda Ermeni Soykırım Anıtı açtı, arkasından Selanik’te Rum Pontus Soykırım Anıtı’nı açtı... Yetmedi... Eski anıtın 40 metre ötesinde, Selanik Ayasofya Meydanı’nda bronzdan yapılmış ikinci bir Rum Pontus Soykırım Anıtı açıldı. Siz dış politikada “sıfır sorun” deyin... Onlar bir adım atarsa biz iki adım atacağız diye rüzgâr yapın. Ya da tehdit edin. Bütün bunlar komşunuzun düşmanca davranışını önlemiyor, aksine yüreklendiriyorsa... Kendi kendinize politika diye yalnızca patinaj yaptığınızı düşünmez misiniz?
* Melih Aşık / Milliyet
+++
Gemicik fısıltısı
“Yandaş”
gazetelerden birinde...
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kurultay’dan bir gün önce satın aldığı kıyafetlerin tutarı çıkarılmış. (...) Çıkar da...(...) “Benim gözüm döndü arkadaş... İlle de bu meseleyi dilime dolayacağım” dersen...
O zaman sana... “Karun”u anımsatırlar. “Dünyanın zengin muktedirleri” diye bir listeden söz ederler. En az 15 bin dolarlık kol saati derler. “Gemicik” diye fısıldarlar...
* Ahmet Hakan / Hürriyet
+++
Etnik bataklık
TÜBİTAK gibi AKP’nin kontrolünde bir kurumda çalıştığı için adı bizde saklı kalsın sosyal demokrat bir mühendis, CHP’ye ilişkin bir çekinceden söz ediyor: “Türklük ortak değeri bilincinin altında herkesin birleşmesi kimsenin etnik aidiyetini küçümsemez, eskitmez, zedelemez. Ama nedense Türkiye’de aydın olabilmek için etnik aidiyetler üzerinden siyaset yapmak, analiz yapmak moda oldu. Kemal Kılıçdaroğlu’nun aydın ve ilerici bir demokrasiyle CHP’yi yönettiğini ispatlamak için egemenlerin dayattığı Türkiyelilik kavramını kullanmak yerine emek bazında sınıfsal çelişkileri kullanarak millet bilincini geliştirmesi gerekirdi. ”
* Deniz Som / Cumhuriyet
+++
Harcırah canavarları doymadı
Liste geçenlerde yayınlandı:
Zahid Akman: 43 bin TL, Köksal Toptan: 44 bin TL, Bülent Arınç: 71 bin TL, Mevlüt Çavuşoğlu: 408 bin TL, Mehmet Tekelioğlu: 316 bin TL.
Toplamı 10.5 milyon TL’yi buluyor.
Ülkenin “harcırah canavarlığından” kazacı ne oldu?
Örneğin; Başbakan’ın çok yakın arkadaşı olan Zahid Akman’ın adı “Deniz Feneri yolsuzluğu”nda çok sık geçti. Fakat Ankara’da üç savcı Almanya’dan gelen belgeleri bir türlü iddianameye dönüştürüp davayı açamadı. Zahid Bey’in harcırah alıp Las Vegas’a gittiği günlerde kumarhanelere uğrayıp saatler harcadığı haber oldu. Zahid Bey gezdi kumarhaneleri. Ülkemize bir faydası olmadı.
AKP’nin Antalya Milletvekili ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu, 7 yıl içinde 146 kez yurtdışına gitti ve toplam 408 bin TL harcırah aldı.
(...) şunu sorma hakkımız var:
Türkiye’nin kazancı ne oldu.
35 başlık açılacaktı. 35 başlık kapanacaktı. Sadece 13 başlık açıldı. Sadece 1 tanesi kapatıldı.
Harcırah hızında canavar. Dosya kapatmada topbağa!
* Necati Doğru / Sözcü
+++
Siz konuşmazsanız
memleket batar!..
Nihayet çıkıp da “İşte bakın zeytinyağının fiyatı dört senedir artmadı” demeniz karşısında “İşte bu...” diye demek ki fırlamışım yerimden...
Bize lazım olan ekmek, et, pirinç, makarna, peynir, mercimek, patates, tuz, biber, kira, benzin, mazot, hastane fiyatlarının yüzde 50 ile yüzde 200 arası artmaları önemli değil...
Zeytinyağı fiyatlarına ek olarak kömür maşası fiyatlarının da artmamış olduğunu söyleyiniz... Her gün çıkıp konuşunuz beyefendi...
Siz konuşmazsanız memleket batar...
* Bekir Coşkun / Habertürk
+++
The Taraf &
The Balıkçı
Taraf’ın en genç sivili Yıldıray Oğur’un imzasıyla yayımlanan “Ramazan Ateşkesi” manşetinin haber kaynağına “The Balıkçı” adını takarak “yabancı” göndermesi yapan Ayşenur Arslan, CNN Türk’teki Medya Mahallesi’nde haberin “işaret fişeği” olduğunu savundu: “Taraf’ta bir işaret fişeği atılıyor sonra bir bakıyorsunuz bir yerde muazzam bir yangın çıkmış.” Bu kıvılcım nereyi tutuşturacak dersiniz?
+++
MİNİ YORUM
Korku dağları sardı
Fehmi Koru dün koca bir sütunu AKP’ye “aman ha gevşemeyin” uyarı yapmaya adadı. Fehmi Koru dahi halkın Anayasa Paketini geri çevirme ihtimaline dikkat çekip, iktidarın kulağına doğru alarm zili çalmaya başladığına göre, “hayır”cıların fendi, korkunun “evet”çilerin dağlarını sarmasını sağlamışa benziyor... Koru’nun sık sık “daha iki ay” vurgusu yapması da formdan düşen oyuncuyu motive etmeye çalışan antrenör ağzını andırmıyor mu?