‘Emredersin Başbakanım’

Hiçbir savcı, 11 ay boyunca Orgeneral Iğsız’a “Gel ifadeni alacağız” demedi. Şura toplanınca ifadeye çağrıldı. Anlaşılan o ki; iktidar ordudaki komuta kademesini değiştirmek için yargıyı kullanıyor

Cumhuriyet kurulduğundan beri bizim toplum “kaç kere geçti feleğin çemberinden” diye bir bilene sorsak; “bin bir defe geçti...” diye söze başlayıp sayıp dökeceğini biliyorum.
Siyaset ağaları gördük. Diktatörlüğe soyunanları izledik. Darbeler peşpeşe geldi. Din oligarşisine meyledenleri, kan ve kafatası faşizmine gönül yatıranları, Anadolu’yu çift bayraklı, çift milletli yapmaya çalışanları seyrettik. Bu kadarını görmemiştik.
Seçilmiş sivillerin dört kuvvetten dördünü de; iktidar gücü, Meclis gücü, mahkeme gücü, basın gücünü tek elde toplamak isteyenine tanık olmamıştık. Şimdi Ankara’da olanını izliyoruz. Tek elde toplamayı görüyoruz. Ankara’da ordunun “terfi ve atamalarının” sürdügü günlerde bazı savcıların; “Emredersin Başbakanım pozisyouna” geçmiş olmaları da “yeni bir feleğin çemberinden geçme” durumudur.

* * *

Askeri vesayete son veriyoruz söylemi ile “komutan kıyafeti fiymiş sünnet çocuğunun bile darbe yapabileceği korkusunu” yükseltiyorlar fakat savcılardan bir bölümünün; askerin terfisinin görüşüleceği toplantıya bir gün kala 102 ordu mensubuna “yakalama emri çıkartarak” elemenin altyapısını iktidarla birlikte oluşturmaya başlamasını halkın gözünden kaçırmaya çalışıyorlar. İsimsiz gizli tanıklar! İmzasız ihbar mektupları! 7 yıllık balyoz planları! Ardından savcıları harekete geçirip; “Şu generali isteriz. Bu generali istemeyiz. Şu orgenerale razıyız. Bu orgenerale sıcak bakmayız” noktasına gelindi. Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız’a “gel bakalım internet üzerinden darbecilik yapmışsın, elimizde belgeler var, ifadeni alacağız” demedi. Tam Ankara’da Askeri Şura toplanıp, Iğsız’ın Kara Kuvvetleri Komutanı olacağı konuşulurken; “18 subayla birlikte internet darbeciliğinden” ifadeye çağrıldı.

* * *

Bu Türkiye’de savcıların bir bölümünün “Emret Başbakanım pozisyonuna geçtiklerinin” belgesi sayılmalı. İktidar, Ordu’nun kademe komutasını değiştirmek niyetinde ve bu niyeti için yargıyı kullanıyor.
12 Eylül’de sandığa gideceğiz. Halk “Evet” derse yanar. Kötülügü kendine yapar. Bütün savcılar “Emret Başbakanım pozisyonuna” ve bütün hakimleri de “emredersiniz sayın Başbakanım acizliğine” dönüştürme imkanı Anayasa’ya yazılmış olur.
* Necati Doğru / Sözcü

+++++

Sınırsız iktidar gücü olanaklı mıdır?
Diyelim ki, demokratik bir rejimde seçim kazandınız ve iktidar oldunuz... Diyelim ki, iktidarınızı güçlendirmek istiyorsunuz...
Diyelim ki, sizi iktidara taşıyan toplumsal ve siyasal yapıyı yeniden biçimlendirmek istiyorsunuz... Diyelim ki, siyasal, toplumsal, ekonomik mekanizmaları yeniden düzenleyerek artık yapılacak bütün seçimleri kazanmak, bir daha iktidardan gitmemek istiyorsunuz...
Bu olanaklı mı acaba?
Diyelim ki, iktidara geldikten sonra tüm siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel yapıyı değiştirmek için gücünüzü sınırlayan demokratik yapıya karşı bir harekât başlattınız... Diyelim ki, bu harekâtınız zaman içinde başarılı da oldu: Başta anayasal yargı olmak üzere bütün yargıyı denetim altına aldınız... Anayasal yargıyı ve öteki yargı mekanizmalarını kullanarak toplumdaki tüm muhalefeti bastırdınız... İfade özgürlüğünü sınırladınız ve kısıtladınız... Medyayı susturdunuz... Kendi medyanızı yarattınız...Meclis’teki tüm muhalefet partilerini susturdunuz... Sadece kendi siyasal görüşlerinizin temsiline izin verdiniz... Güvenlik güçlerine kendi kadrolarınızı atadınız... Polisi ve orduyu denetim altına aldınız...
Acaba artık iktidarınız sınırsız ve sonsuz mudur?
Bırakınız demokratik rejimleri... Bırakınız seçim kazanarak iktidara gelen partileri... Hiçbir otoriter ya da totaliter rejimde bile... Böyle bir sınırsız ve sonsuz iktidar olamamıştır! Sınırsız ve sonsuz güç peşinde koşan, böyle bir yanılsama içinde olan iktidarlar kendilerini de, vatandaşlarını da, ülkelerini de sadece ve sadece felakete sürüklemiştir. Demokratik sistemlerin iktidarları sınırlayan ve kısıtlayan anayasal denetim kurumları, zaten sivil ve asker böyle örnekler yaşandığı için geliştirilmiş ve evrensel kabul görmüş kurumlardır.
Akıllı iktidar, kendisini iktidara taşıyan sistemi yok etmeye çalışmaz...
Kendisini iktidara getiren anayasayı, yargı bağımsızlığını, siyasal rejimi, ekonomik düzeni, üniversiteleri, medya özgürlüğünü, orduyu, polisi, bütün demokratik kurumlarla birlikte, korur ve geliştirir, rejimi kendisine biat etmeye zorlamaz!
* Emre Kongar / Cumhuriyet

+++++

YAŞ’ta yaşananlar planlanmış bir krizdi
Yüksek Askeri Şûra zemininde yaşadığımız kriz bir kaza mıydı? Güçlü haber alma kaynaklarına sahip olduğu bilinen siyaset bilimci Prof. Dr. Hasan Köni’ye bakacak olursak kaza yok “önceden planlanmış bir hareket” var. Bu yılki YAŞ 102 subay hakkında yakalama kararının çıktığı Balyoz soruşturmasının gerilimi altında yapıldı. Bu karar kurulun asker üyelerini bir anlamda rehin aldı ve hükümet kanadının elini güçlendirdi. Olayı hoş olmayan bir rastlantı diye tarif etmek mümkün değildir. Mesele orada bitmiş midir? Hayır, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Iğsız, YAŞ toplantıları başladıktan hemen sonra AKP hakkında kara propaganda soruşturması bağlamında ifadeye çağrılmıştır.
İktidar TSK içinde kendi siyasal, sosyal ve kültürel inançlarını paylaşan, kadro oluşturacak sayıda personeli, en azından bugün bulamaz. Onun için yapabilecekleri ancak kendisine “ters” gelenleri tasfiye etme kararlılığını göstererek gözdağı vermektir.
Bu yapılmıştır. Ama ne pahasına?
Askerleri sivil otoriteye itaat etmeye mecbur etmek iyi bir amaçtır. Fakat şu şartla: Ceza ve gözdağı için ortada haklı bir sebep olmalı. İktidarın kuruntularından kaynaklı eylemler kıyımdır. General rütbesinde 20 yıla yakın feragatle görev yapan bir askeri harcamak, kul hakkı yemenin günahına batmaktır. Terörle savaşan bir orduya bunu yapmak ondan da ağır bir vebaldir! Devlet gücü hiç bugünkü kadar kötüye kullanılmadı!
* Güngör Mengi / Vatan

+++++

Çivisi çıkmış bir ülke
Dün bu yazıyı yazdığım saate kadar Başbakan Erdoğan, YAŞ toplantısına katılmamıştı.
Öyle görünüyor ki Cumhurbaşkanı ve Başbakan askerleri ikna etmeyi başaramadılar ve askerler de iki sivil yöneticiyi ikna edemediler. Neresinden bakarsanız bakın bu ülkenin iyi yönetilemediğinin bir fotoğrafıdır bu tablo.
Kuşkusuz ki bir ülkenin ordusunu kimin yöneteceğine karar vermek hükümetlerin işidir.
Genelkurmay Başkanı, Başbakan’a bağlı ve yürütme ordunun kendi teamüllerini ve iç disiplinini bozmadan böyle atamalar yapma hakkına sahiptir.
Ama bunun yolu inatlaşma ve bir ülkenin ordusunu yöneticisiz bırakmak değildir.
Bu inatlaşmadan YAŞ’ın asker üyeleri de, sivil üyeleri kadar sorumludur. Hükümetin hassasiyetleri ile ordunun iç disiplinini gözeterek bir çözüm bulmaları gerekirdi.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan bu süreci iyi yönetememiş olmanın sıkıntısını yaşıyor şimdi. Bu tablo, aynı zamanda Balyoz Davası ile ilgili yakalama kararlarının ve “internet andıcı” ile ilgili ifade verme çağrılarının zamanlamasının siyasi olduğunu da düşündürtüyor.
Yakalama kararları ile ilgili itirazların bir türlü karara bağlanamamış olmalarının bir izaha ihtiyacı var .
Neresinden bakarsanız bakın çivisi çıkmış bir ülkede yaşıyoruz artık.
* Mehmet Y.Yılmaz / Hürriyet

+++++

Yazmıyorum
Askeri Şûra ile ilgili yazmıyorum, içimden gelmiyor. Çünkü Şûra ile askerin beli tamamen kırıldı. Gördüğüm kadarıyla Şûra’ya katılan ve “terörist olduğu gerekçesiyle haklarında yakalama emri çıkarılan tüm komutanlar” artık tutuklanmaktan kurtuldu. Belki herkes “hukuka uygun” diye bakacaktır... İktidar yargıya bu kadar baskı yapabiliyorsa 12 Eylül’den “Evet” çıkarsa görün siz memleketin halini...
* Can Ataklı / Vatan

+++++

Gözlerimin YAŞ’ı
Siyasetçilerin elbette ki, tercihleri olmalı... Ancak, belediyeye badem bıyıklı sokuşturur gibi, benim adamım senin adamın diye askeri hiyerarşiye burun sokmak, memleket adına her zaman “hayırlara vesile” olmayabilir. Özetle...
Ankara’nın taşına gözlerimin yaş’ına bak filan diye ağlıyorlar ama, “bunlar oniki eylülü moniki eylülü bilmez” diyorum, inanmıyorsunuz bana.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++++

26 yıl önce “Üç, beş çapulcu” dendi
Geçen gün gazetelerde ufak bir haber vardı: “PKK, Eruh polis karakoluna saldırdı, bir polis öldü, biri yaralandı.” Eskilerin “vukuat-ı adiye” dedikleri bir haber... Önemsiz, sıradan bir haber... Oysa, Eruh hem PKK tarihinde, hem de Türkiye’nin “terörizm tarihinde” önemli bir noktadır. PKK ilk saldırısını 17 Ağustos 1984’te buraya yapmıştır, bir jandarma eri şehit olmuş, 6 er ve üç sivil yaralanmıştır. İşte, bu baskından sonra, tam 26 yıl, terör Türkiye’ye kan kusturmuştur, kusturmaktadır. O dönemin Başbakanı Turgut Özal’a saldırı haberi geldiğinde benim de aralarında olduğum bir grup gazeteciye yarım yamalak açıkladı: “Üç, beş çapulcunun marifeti!” PKK’nın, Eruh ve Şemdinli baskını... Ondan sonra da PKK aldı yürüdü, gık diyenin kafasını uçuruyor, devlete güvenenler de “akan kan yerde kalmaz, devlet güçlüdür” ninnisiyle uyutuluyordu. İşte o günden bugünlere böyle gelindi. Daha doğrusu, kendimizi inkâr etmeyelim “Terörle buralara böyle varıldı.” Her ne kadar bazıları hâlâ “Varılamaz!” deseler de...
* Hasan Pulur / Milliyet

+++++

Türkiye ile İspanya’yı karşılaştırmak
Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir mağduriyetten kahramanlık çıkarmak için her şeyi deniyor. Geçen gün dikkatimi çekti, konu üzerine görüş beyan edenlerden bir kısmı bilip bilmeden İspanya’yla Türkiye’yi kıyaslıyor. Bunlardan biri Ahmet Altan. 1992’deki Barcelona Olimpiyatları’nda Katalan bayrağıyla İspanya bayrağını yan yana görüp ne kadar duygulanmış meğerse, neden aynısı bizde de olmazmış... 1992’den bu yana Katalan topraklarında çok şey değişti. Katalanlar merkezi hükümete restlerini çektikten, bağımsızlık yolunda adım atmaya başladıktan sonra ne yazık ki milliyetçilik tuzağına düştüler. Bugün Barcelona’da İspanyolca’nın kökü kazınmaya çalışılıyor. Daha geçen ay ’İspanya’ya Elveda’ pankartlarıyla bir milyon insan sokaklara döküldü. Bu protestolar Anayasa Mahkemesi’nin Katalonya’nın bir ulus olarak tanınamayacağı ve Katalanca’nın İspanyolca’dan önce gelemeyeceği kararının ardından geldi. Katalanlar artık İspanya’dan tamamen kopma peşinde. İspanyol aydınlar da Franco geçmişinden dolayı faşizme destek veriyor görünmemek için İspanya’nın bütünlüğünün gereğini dillendiremiyor, sanki o geçmişin sözcüleri gibi algılanacaklar diye Katalonya’nın taleplerini eleştiremiyorlar.
* Oray Eğin / Akşam

+++++

Erdoğan, 3 eşli danışmanı ne yapacak?
Başbakan, bir süre önce kendisine yeni bir “danışman” atamış. Adı, Ali Yüksel... Peki kim bu Ali Yüksel? Beyefendi, üç kadınla birden evli Şimdi; Başbakan’a sormak istiyorum: Ali Yüksel danışmanınız olduğu için ayda 5-6 bin liraya yakın bir maaş alıyor, devletin arabasına biniyor, falan. Ne de olsa üç eşe bakmak kolay değil!. İyi de Sayın Başbakan; siz bu Ali Yüksel’e ne danışıyorsunuz? Kendisini ilk genel seçimlerde milletvekili seçtirip, “Aileden Sorumlu Devlet Bakanı” da yapacak mısınız? Yoksa... “Yapabildiğiniz kadar çok çocuk yapın” önerinizi projeye dönüştürüp, başına bu beyefendiyi getirmeyi mi düşünüyorsunuz?
* Mustafa Mutlu / Vatan

+++++

MİNİ YORUM
İntihar

Dinlenmeye diye gitmiştim bizim oralara; daha ilk günden dertlendim. 20 yaşında güzeller güzeli bir genç kız; Çisil.Yedinci kattan atladı. Hastanedeki bekleyiş sürerken “O küçücük yüreğini bu kadar üzen, yoran neydi” diye feryat ediyordu teyzesi. Şimdi herkesin acısı, acıları soğudukça herkesin dışa vurulmayı bekleyen “neden”leri var biliyorum. Hele bir çöksün toprağı, gidenin arkasından onu geri getirmeyecek ne büyük kavgalar verilecek. “Küçücük” hayatlarımız bile “kocaman” cumhuriyetinkiyle ne kadar da örtüşüyormuş meğer.

Yazarın Diğer Yazıları