Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması (Treaty on the Non-Proliferation of Nuclear Weapons-NPT) nükleer savaş tehdidi/riski ile nükleer silahların yayılmasının önlenmesinde önemli bir belgedir. Belgeye göre devletler nükleer silaha sahip devletler ve nükleer silaha sahip olmayan devletler olarak iki ana kategoriye ayrılmıştır. Bu kapsamda ABD, Sovyetler Birliği (sonrasında Rusya Federasyonu), Çin, İngiltere ve Fransa nükleer silaha sahip devletler olarak tanımlanmıştır. Günümüzde Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore''nin de nükleer silahlara sahip olması nedeniyle anlaşmanın bir yaptırım gücü olmadığı sonucuna da varılabilir. Konu salt nükleer silaha sahip olmaktan ziyade, göreceli tehdit algısından da kaynaklanmaktadır. Anlaşmanın VI''ncı Maddesinde ise anlaşmaya taraf bütün devletlerin tam nükleer silahsızlanma için müzakerelerde bulunmasına yönelik bir vizyona da yer verilmiştir.
New START Anlaşması hem nükleer terminoloji açısından hem de mutabakata varılmış örnek bir nükleer silahsızlanma anlaşması olması açısından oldukça önemlidir. Anlaşmada aslında soğuk savaşın sona ermesinden anlaşmanın yapıldığı 2011 yılına kadar yapılan anlaşmalara da atıf yapılmıştır. Anlaşmanın başında dünyadaki durumun 21. Yüzyılda nükleer silahların azaltılmasına yönelik olumlu dönüşümünün de pozitif etkisiyle 31 Temmuz 1991''de ABD ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan START Anlaşmasının başarı ile tamamlandığı vurgulandı. Stratejik silahların azaltılması konusundaki gayretleri ve 01 Temmuz 1968 NPT Anlaşmasına uygun olarak nükleer silahlardan arındığı için Kazakistan, Belarus ve Ukrayna''ya da teşekkür edildi. Yapılan anlaşmalardaki azaltım miktarlarını somut olarak belirtmek gerekirse; 1991 START Antlaşması uyarınca, ABD ve Sovyetler Birliğinin her üç vasıta ile azami nükleer başlık sayısı 6.000 ile sınırlıyken; 1993 START II Anlaşmasında bu miktar 3.500'' e; 2003''teki START Anlaşmasına göre 2.200''e ve New START''a göre ise 1.550''ye kadar azaltılmıştır. New START Anlaşmasının Şubat 2011''de yürürlüğe girmesinden beri, ABD''nin toplam 324 stratejik fırlatıcı, 217 konuşlandırılmış fırlatıcı ve 411 konuşlandırılmış stratejik savaş başlığı olmak üzere nükleer stokunun yaklaşık yüzde 11''ini envanterinden çıkardığını göstermektedir. Ancak, hem ABD''deki iç gelişmeler hem de Rusya''nın Ukrayna''da başta Kırım''ı tek taraflı ilhakı gibi nedenler bu olumlu iklimi değiştirdi.
ABD''nin, Rusya''nın Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler (INF) Antlaşması''na uymamasına ilişkin endişeleri ve Rusya''nın saldırgan davranışları konuya farklı bir boyut getirdi. 21. Yüzyılın başında bütün büyük devletler nükleer silahların azaltılması konusunda daha yakın işbirliğine açıkken, ABD''nin milli güvenlik strateji belgelerinde terörizmden tekrar realizmin öngördüğü büyük devletler arasındaki güç rekabetine dönüldüğünün vurgulanması ve de Rusya ile Çin''in rekabet edilen devletler olarak açıkça belirtilmesi nükleer silahsızlanma ihtimalini azalttı. Rusya-Ukrayna Savaşı ve savaş sonrası karşılıklı yaptırımların uygulanması bu az olan ihtimali de daha da zorlaştırmıştır.
Soğuk Savaş boyunca ABD ile eski Sovyetler Birliği arasındaki küresel rekabette stratejik nükleer silahlar dehşet dengesi kapsamında önem kazanmış, sınırlı nükleer savaş ve esnek mukabele kapsamındaki orta ve kısa menzilli füzelere o kadar önem verilmemiştir. Öyle ki soğuk savaş sonrası her iki ülke arasında imzalanan INF Anlaşmasında orta ve kısa menzilli nükleer füzelerin tamamen imhası yönünde mutabakata varılmıştı. Ancak, değişen uluslararası yapı nedeniyle Rusya''nın küresel bir güç iken bölgesel güce düşmesi, NATO''nun Rusya''nın itirazların ve hassasiyetlerine rağmen devamlı doğuya Ukrayna''ya kadar genişlemesi ve hatta Ukrayna ve Gürcistan''ı da üye yapma arzusu Rusya''nın adeta bırakın Akdeniz''i Karadeniz''den çevrelenmesi endişesiyle orta ve kısa menzilli nükleer füzelere ağırlık vermesine neden olmuştur.
Soğuk Savaş zamanında konvansiyonel bakımdan oldukça üstün askerî güce sahibi olan eski Sovyetler Birliği''ne karşı NATO tarafından ihtimalat planlarında nükleer gücün de kullanılması vardı. Rusya-Ukrayna Savaşı bütün paradigmaları değiştirdi. Rusya''nın konvansiyonel bakımdan öngörüleri aşan zayıflığı dikkate alındığında, Rusya''nın özellikle komşularına karşı nükleer silahları da kullanabileceği ihtimali geçmişe kıyasla artmıştır. Bu nedenle nükleer silahların azaltılması konusunun tek başına gündem maddesi olmaktan çıktığı birçok uluslararası konu ile birlikte Rusya''nın hassasiyetlerinin de dikkate alınmasının faydalı olacağı bir zemine taşınabileceği değerlendirilmektedir.
ABD Başkanı Bush 9/11 Eylül terör saldırısı sonrasında hazırlanan Amerikan millî güvenlik strateji belgesinde dünyanın büyük güçlerinin kaosa ve terörist şiddetin tehlikelerine karşı aynı tarafta olduğunu iddia etti. Yani 2002 yılında dünya ortak terörizm tehdidine karşı aynı safha yer almıştı. Bu birlikteliği sağlamak için ABD özel bir gayret göstermiş, nükleer güç sahibi olan Hindistan ve Pakistan''dan da nükleer test denemeleri nedeniyle uygulamış olduğu yaptırımları terörle mücadelede ortak hareket etme taahhüdüyle kaldırmıştı. NATO, 2. Dünya Savaşı sonrası yayılmacı eski Sovyetler Birliği''ne karşı kurulan bir güvenlik organizasyonu olmasına rağmen, bir üyesine yapılan saldırının bütün üyelerine yapıldığını kabul eden V. Maddesini ilk defa ABD''nin terörle mücadelesine destek vermek amacıyla aktif olarak uygulamıştır. Dünyadaki uluslararası yapı, NATO''nun Rusya''nın itirazlarına rağmen devamlı olarak Rusya''ya doğru genişlemesi sonrası Rusya''nın Kırım''ı ilhakı, Çin''in Güney ve Doğu Çin Denizi''ndeki yayılmacılığı başta olmak üzere birbirini etkileyen birçok olay neticesinde 2017''de Trump''ın ABD başkanı seçilmesinin ardından yayımlanmış Amerikan millî güvenlik dokümanlarındaki Çin ve Rusya''nın yükselen potansiyel tehdit olarak açıklanmasının ardından farklı bir iklime evrilmiştir.
Rusya''nın; Soğuk Savaş sonrası ABD ve Avrupa ile birlikte hareket etme çabalarına karşın, kendisine gerekli saygı gösterilmediği için Soğuk Savaş dönemi kapitalist Batı tehdidi paradigmasına dönerek, Çin ile iş birliği stratejisine geri döndüğü ve yapısal gerçekçilerin varsayımlarına göre çok kutuplu klasik güç dengesi yapısının oluştuğu sonucuna varılabilir. Rusya tarihinde bu yaşananların ayrıca hem kültürel hem de coğrafi kodları da bulunmaktadır. Rusya''daki bazı teorisyenler, altıncı nesil savaşın yüksek vuruş kabiliyeti ve güvenirlikleri nedeniyle nükleer silahların yerini alabileceğini iddia etmişlerdir. Buradaki tespitler oldukça önemlidir. Zira nükleer silahlar sadece iki kez kullanılmalarına ve de orantısız bir güç kullanımı olmaları sebebiyle yapılan harcamalar caydırıcılık dışında bir anlam ifade etmemektedir. Bu bakımdan yeni gerçekçi teorinin savunmacı varyantına uygun bir doktrindir. ABD''nin her iki Irak askerî harekâtı ile Kosova''daki güç kullanımları dikkate alındığında, operasyonların meşruiyeti tartışmalı olsa da kullanılan harp silah araç ve mühimmatları konvansiyonel güç kullanımı kapsamında olduğu için çok fazla tartışma konusu olmamıştır.
Soğuk Savaş sonrası değişen çok kutuplu uluslararası yapı, bölgesel rekabetleri körüklemiştir. Rusya ve ABD ile nükleer silahsızlanmanın olduğu süreçte, Pakistan ve Hindistan bölgesel güvenlik rekabeti ve ikilemi kapsamında hızlı bir nükleer silahlanma yarışına girmiş, yine güvenlik ikilemi kapsamında Çin de bu yarışa katılmak zorunda kalmıştır.
Fransa''nın son strateji belgesinde ifade etmiş olduğu nükleer çok kutupluluk ile ABD''nin strateji belgesinde belirttiği, ABD''nin tarihinde ilk kez birden fazla nükleer büyük güç ile rekabet etmek zorunda kalması, soruna hem bölgesel hem de küresel bakış açılarını birlikte değerlendirme yapılmasını gerektirmektedir. Asya-Pasifik bölgesindeki Çin ile Kuzey Kore''nin birlikte hareket etmesi, aynı zamanda Pakistan ve Hindistan arasındaki nükleer denkleme Çin''in de çeşitli açıklamalar sonrası dâhil olması, uluslararası çok kutuplu yapının nükleer olarak da daha tehlikeli bir mutasyona uğradığını teyit etmektedir.
ABD''nin sorunları çözmek için Fransa ve İngiltere''nin nükleer kapasitesine değinmesinde bundan sonraki nispi güç mukayeselerinde nükleer gücün de hesaba katılması zaruretini ortaya koymaktadır. Nitekim hem Rusya hem de Fransa kuvvet teşkilinde hem nükleer güçlerin hem de konvansiyonel güçlerin birlikte yer alacağını ve her iki gücün birbirlerini destekleyeceğini strateji belgelerinde beyan etmişlerdir.
Rusya tarafından yapılan nükleer silah kullanma tehdidi, İsveç ve Finlandiya''nın NATO''ya üye olmaları gibi Soğuk Savaş döneminde dâhi tahayyül edilemeyen gelişmeye neden olmuştur. Ayrıca NATO üyesi olmayan farklı bölgelerdeki İran, Suudi Arabistan, Mısır, Japonya, Güney Kore, Tayvan gibi ülkelerin Rusya-Ukrayna savaşından da ders çıkararak kendi güvenliklerini realist öz yardım kapsamında nükleer silah programlarını başlatarak olası beklenmeyen sonuçlara neden olması da gelecek dönemin stratejik öngörüleri arasındadır.