Emek ucuzdu, ekmek pahalıydı

Doğada denge bozulursa, deprem, sel gibi felaketler ortaya çıkar. İnsan sağlığında denge bozulursa hastalık olur. Ekonomik istikrar içinde Makro dengelerin olması lazım. Makro dengeler bozulursa, kriz oluşur, sosyal dengeler de bozulur.

Söz gelimi sektörel bazda, finans sektörü ile reel sektör arasında denge bozulursa, sermaye piyasası reel sektörü temsil etmekten uzaklaşır ve balon yaparsa, eninde sonunda bu balon patlar.

Üretim faktörleri gelirleri arasında uçurum olursa, söz gelimi kârlar çok artar, ücretler çok düşerse, sosyal sorunlar oluşur.

Ücret-fiyat dengesi bozulursa, yoksulluk artar. Türkiye''de en büyük sorun, ücret-fiyat dengesinin bozulmasıdır. Başkanlık sistemi ile bu sorun toplumsal huzuru bozdu, toplumda tedirginlik yarattı.

Söz gelimi birçok bölgede normal bir dairenin kirası 15-20 bin liraya yükseldi. Bir doçentin aylığı 20 bin 600 liradır. Varın bu akademisyenin nasıl yaşayacağını siz hesap edin. Oysaki Başkanlık Sisteminden önceki Türkiye''de her dönemde bir akademisyen hayatını idame ettirebilmiştir.

Yine bugün emek geliri ile araba alma imkânı kalmadı.

İnsan Ne İle Yaşar, 1885''te Rus yazar Lev Tolstoy''un yazdığı kısa hikâyedir. Hikayede ''''Ekmek pahalı, emek ucuzdu'''' cümlesi, o zamanki Rusya da ücret-fiyat dengesinin ne kadar bozulduğunu gösteriyor. Rusya''da bu dengenin bozulması, 25 bin üyesi olan komünist partisinin ihtilal yapmasının önünü açmıştır.

Türkiye de ücret-fiyat dengesizliğinin getirdiği sorunları, hem veriler gösteriyor, hem de hepimiz fiilen yaşıyoruz. Yaşamayanları da iyi biliyoruz.

2018 son çeyreğinde GSYH bileşenleri içinde yer alan ücretlerin katma değer içindeki payı yüzde 31,2 iken, 2022 son çeyreğinde yüzde 25,2''ye düştü. (Aşağıdaki grafik.)

Önemli olan siyasi iktidarın bu gerçeği neden görmek istemediğidir. Acaba görüyor da, gelir dağılımını düzeltmek hesabına mı gelmiyor? Yoksa bilerek mi önce insanları yoksul bırakıyor, sonra para dağıtarak kendisine mecbur mu ediyor?

Enflasyon istikrarsızlık demektir. Üretici ve satıcı günü gününe malına zam yapar ve enflasyondan korunur. Ücretlerde ise 6 ayda veya yılda bir düzeltme yapılıyor. Daha da ağırı, ücretleri düzletmek için TÜİK''in açıkladığı TÜFE oranının, İTO''dan her zaman 20 puan, dışardan enflasyonu takip eden akademisyenlerin hesaplarından ise çok daha fazla düşük olmasıdır. Yine ücretlileri mutfak enflasyonu daha çok etkiliyor ve mutfak enflasyonu da her zaman daha yüksek çıkıyor.

10 milyon Suriyeli ve Afganlı ile ekmeğimizi bölüşmek zorunda kaldık. Ekmeğimiz azaldı.

Devlet, bütçe ile yatırım yaparak iş yaratmıyor. Alt yapıyı yapmıyor. Ya da kamu-özel işbirliği yolu ile pahalı ve bütçeyi borçlandırarak yaptırıyor. Söz gelimi İstanbul''dan İzmir''e bir TIR''ın gidiş dönüş ücreti 3000 lirayı buluyor. Bu maliyetlerle özel sektör de yatırım yapmıyor. İşsizlik artıyor.

Vergi mükellefi almadığı hizmetin, kullanmadığı köprülerin parasını ödüyor. Atıl hava alanlarının, taahhüt edilen kapasitenin çok altında araç geçen Çanakkale köprüsü ve benzerlerinin parasını ödüyor. Bu paralar vatandaştan belirli müteahhitlere gidiyor. Özetle siyasi iktidar kamu-özel iş birliği projeleri ile halktan alıp bir gruba gelir transfer ediyor. Bunun iktisadi hesabı yoktur.

Doğrusu, ya doğrudan yap-işlet devret modelidir. Bu durumda devlete ve bütçeye ve halka yük gelmez. Ya da devlet bu yatırımları borçlanarak yapar ve geliri ile de bu borçlarını ödeyebilirdi. Dünyada uygulama bu iki şekildedir. Bizde kamu-özel iş birliği kanunu, halktan bir kesime gelir transfer etmek için kurulmuş bir uzaktır.

Devlet bütçeyi popülist amaçlı kullanıyor. Ayrıca sarayın şatafatı devletin her dairesine sıçramış durumda. Bütçenin popülist ve keyfi harcanmasından, sosyal güvenliğe ve kamu çalışanlarına kaynak kalmıyor.

Örnekler çoğaltılabilir. Ama bilerek veya bilmeyerek halkın refahı ve huzurunu bozmanın daha çok sürdürülmesi imkansızdır. Tek çözüm yolu iktidarın değişmesidir.

Yazarın Diğer Yazıları