Ellerinden gelse diri diri mezara gömecekler!..

Yeniçağ’ın 3 yıl önce uyardığı Başbakan için, hastalığını fırsat bilip “Yaşasın yeni Kral” nidaları atan yandaş medya ile yüzleşme vakti.

Sabah masaya oturduğumda ilk hissettiğim keskin bir boya kokusu olurdu her sabah; dün öyle olmadı. Isparta’ya gitmişim sanki, gazete sayfalarını çevirdikçe, buram buram “Gül kokusu” sardı etrafımı. Hem de burnumun direğini kıracak kadar yoğun; “ölçüsüz” yani, “dozunu” kaçırmış...
Elim bir gitti, bir geldi; arayıp soracaktım kaleminden “Gül yağı” akanlardan birine:
Matbaa dediğin mürekkep kokar, esanslı yayıncılığın sırrı ne?


Aynı linç korosu daha
önce de sahne almıştı

Neyse ki yazılanlar “flash-back” (geriye dönüş) etkisi yarattı da, gerek kalmadı böyle bir muhataplık kurmaya. Okuduğum her satırdan sonra güçlendi inancım:
Ben bu anı daha önce yaşamıştım!
Mesela Erdoğan terörle mücadele konusunda askerle işbirliği yapacağını açıkladığında... AKP politikalarını destekler gözüken Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Mehmet Altan gibi liberaller Erdoğan’a karşı “Talabani’nin özel sempatisini kazanmış Gül’ü” parlatmaya girişmişlerdi o zaman da!
Mesela Erdoğan Aktütün Karakolu’na yapılan terör saldırısı sonrası Genelkurmay’ın açıklamalarına destek verdiğinde. Hemen asıvermişlerdi yaftayı:


“Paşasının Başbakanı”
Mesela Erdoğan “İran’a nükleer silah yapma diyenler önce kendilerine baksın” diye çıkıştığında ABD’ye. Hatırlasanıza nasıl da “Büyük Doğu’nun köhneliğini fark etmiş, küresel değerleri benimsemeye daha açık Gül”ün arkasında siper almışlardı!
Mesela Cumhurbaşkanı olduğunu unutup “Ermenistan ve Kuzey Irak açılımlarının, Başmüzakarecisi gibi” davranan Gül’ün vaatlerinin aksine, Erdoğan gidip Hakkari’de “Tek millet, tek vatan, tek devlet” dediğinde, yahut Ermenistan’ı “Karabağ’da işgalci” ilan ettiğinde nasıl da köpük köpük olmuştu ağızları, “Obama gibi gelip Bush gibi olmakla” suçlamışlardı!
Ya “KCK operasyonları”. “Biz sana kaş yap dedik, sen nasıl bizim gözümüzü çıkarırsın” diye Büşra Ersanlı uğruna Tayyip Erdoğan’ı harcamadılar mı? “Geç bile kaldı” dedikleri operasyon, “beraber yol yürüdükleri”nden birine dokununca ne faşistliği kaldı, ne statükoculuğu, ne vesayetçiliği Başbakan’ın! Liberallere sahip çıktıkları kadar kol kanat geriyorlar mı bakın en zor gününde, sözde aynı davaya gönül verdikleri Erdoğan’a.


İşi Ergenekon’la
tehdide vardırdılar

İsterseniz bir de birlikte okuyalım dün yazılanları. Bakalım siz de alabilecek misiniz benim burnuma gelen “Gül kokusu”nu.
İlk konuğumuz Mustafa Ünal. Eleştirmekle, safını ilanla yetinmemiş bir de üzerine tehditkâr bir dil tercih etmiş Zaman yazarı. Erdoğan’a diyor ki: “AK Parti, şike yasasına basit bir spor olayı olarak bakmamalı; süreç ofsayda düşme, taca çıkma riskleri içeriyor.”
Bu örtülü mesajda ayak altına atılan “top” kim veya ne, bunu Erdoğan daha iyi tahlil etmiştir herhalde.
Bir başka Zaman yazarı, Mehmet Kamış da Erdoğan’ı hedef tahtasına koyanlar arasında. Hem de “Ergenekon’la korkutmak” yoluyla: “Sporu, siyaseti, ekonomiyi perde gerisinden yönetenlerin, yönetmek için sürekli rutin dışı işler yapanların, bu güzelim ülkeyi bir çadır tiyatrosuna dönüştürenlerin ceza aldığını görebilmek istiyoruz. Ergenekon gibi şebekelerle bu konunun alakası var mıdır bilmiyorum. Ama referandum dahil hiçbir konuda uzlaşmayan, bir araya gelmeyen, bugüne kadar hükümetin ak dediği her şeye kara diyen CHP’nin ve MHP’nin AK Parti ile birlikte hareket etmelerini sadece bir futbol takımı ile açıklamak mümkün müdür? (...) Kamu vicdanında ‘bu müdahale başka yargılamalara da yapılır mı?’ endişesi oluşuyor. Seçtiklerimizin bu konuyu ciddiyetle ve kamu vicdanını önemseyerek bir kere daha değerlendirmesini bekliyoruz.”


“Kendi kalesine
gol atıyor” suçlaması

Bugün gazetesinden Adem Yavuz Arslan da “efelenmeyi” seçenlerden. “Kendi kalesine gol atıyor” dediği AKP yönetimine parmağını sallıyor:
Sonunuzu düşünün!
İşte Arslan’ın cesaretinin nereden menkul olduğu malum satırları:
“İktidar partisi mayın yasasından sonra sporda şiddet yasasında da süreci yönetemedi. Üstelik de ‘ustalık dönemi’ söylemi ve ‘yeni anayasa’ vaadiyle aldığı yüzde 50 oydan sonra kamuoyunun kafasını karıştıran bir düzenlemeye imza atarak topu kendi kalesine atıyor.
İlerleyen dönemde rakip kaleye, yani statükoya, darbecilere, cuntacılara, bürokratik elitlere yeni goller atmazsa durumu pek parlak olmaz.”
Şimdiki yazıyı okumadan önce selpaklarınızı hazırlayın. Yenişafak’tan Abdülkadir Selvi, “duygusal damarı”ndan yakalamayı planlamış olmalı Erdoğan’ı. “Aaaah ah, ne günlerdi o günler” tadında bir girizgahla zamanında hakkında “Muhtar bile olamaz” diyenleri, 28 Şubat’ı, Pınarhisar Cezaevi’ni ve elbette “Nasıl Başbakan olduğunu” hatırlatmış. “Tamam” dedim okurken, “Bu bir hadi bakalım şimdi borcunu öde” yazısı. Nitekim “iki gömlek edebiyatı” dahil, çuval dolusu duygu sömürüsünden sonra “ama” demiş:
“Şimdi millet iki şeyi soruyor.
Bir- Şike yasasının çıkarılmasını Başbakan mı istedi? Başbakan Erdoğan istediği için mi ikinci kez çıkarılmak isteniyor? İki- Şike yasasında bizim bilmediğimiz ama AK Parti’nin, Cumhurbaşkanı Gül ile ters düşmesini bile gerektirecek ne var? Bunun millete anlatılması gerekiyor. Şike yasası milletin vicdanındaki adalet terazisini sarstı. Şimdiye kadar Ergenekoncuları, çeteleri, askeri vesayetçileri, yargıdaki zihniyeti dize getirdiği için millet tarafından desteklenen AK Parti’nin vicdanlara sığmayan bu yasa konusundaki ısrarının altında yatan ne?”


İdam fermanını
Gülerce okudu

Eveeeet, gelelim günlerdir “Gül ile Erdoğan kavgası mı güleyim bari...”, “AKP ile cemaat ayrışması mı ne münasebet...” diye ahkam kesenlerin yüzünde tokat gibi patlayacak sözlere.
Zaman yazarı Hüseyin Gülerce, ki temsil ettiği makam herkesin malumu, dün Habertürk televizyonunda katıldığı canlı yayında adeta Erdoğan’ın “idam fermanı”nı okudu: “AK Parti’de çok ciddi bir kırılma noktası görüyorum. AK Parti kendi ayağına sıkmayı bırak, kendi sandalyesine tekme vurmuş olur.”
Fermanı yazan mı?
Hazıra konmaya fena alıştınız; bu sefer de parçaları siz birleştirin bakalım hangi “güç odağı” çıkacak karşınıza!
Ha bu arada aynı “güç odağı”nın desteğiyle ayakta duran Taraf’ın Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan da destek vermiş koroya:
“Ne oldu da AKP, futbol dünyasındaki mafyaya yeniden oksijen kazandırabilmek için bu kadar uğraşıyor? Nedir bu mafya sevgisi, bu mafya düşkünlüğü?”


“Küçük Hüsamettin”ler
geri mi dönüyor yoksa

Günlerdir Hayati Yazıcı’yı, Bülent Arınç’ı, Şamil Tayyar’ı filan izlerken “Küçük Hüsamettin”ler geçiyor gözümün önünden. Rahmetli Bülent Ecevit hastanede can derdindeyken, “tahtlarını kurmaya çalışanları” hatırlatıyor bana tavırları. Sanki klonlanmış onlarca Hüsamettin Özkan musallat olmuş Türk siyasetine yeniden; kabus olmalı!
Haydi politikanın güzergahı “menfaat kardeşliği”nin sürdüğü yere kadar... Erdoğan’ın başını yastığa koyduğunu gördükleri anda belki paniklediler, belki hanidir kolladıkları “boş meydan”a kavuşmanın heyecanıyla “Yeni Kral”a göre mevzi almanın yarışına girdiler. Peki ya kendilerinden “kamu hizmeti” yapmaları beklenen gazetecilere ne oluyor!
Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül arasında patlak veren daha önceki krizlerde medyadaki saflaşma “Gül etkisine” endekslenmişti. Dün Erdoğan’a karşı adeta “hücum kıtası” rolüne bürünen yazarların, satır arasında geçirdiği “Çankaya’da Cumhurbaşkanı ile yaptığımız sohbette...” vurgusuna bakınca aynı yorum bugün için de yapılabilir demek ki!
Kendi içinde bir tür “dinci-liberal” koalisyonu oluşturan “Yeni Medya Düzeni” nin ibresini her defasında Gül’e çeviren ne peki? Gül neden bu ikilinin bir nevi “ehven-i şer”i?
Cengiz Çandar’ın “Gül benim de Cumhurbaşkanım” ayarıyla döndüğü New York gezisi sonrası kaleme aldığı şu satırlar ipucu olabilir mi:
“Tarihimizdeki iki Osmanlı padişahı ile benzer özellikler taşıyacağa benziyor Cumhurbaşkanı. Osmanlı tarihinde hem Revan (Erivan) ve hem de Bağdat seferine çıkmış olan iki padişah Kanuni Sultan Süleyman ile IV. Murat’tır. Hem Erivan’a gitmiş, hem de Bağdat’a gidecek olan ilk Türkiye Cumhurbaşkanı Gül olacağa benziyor.”
Sahi Gül, saraylarda ağırlandığı son İngiltere gezisinde de başka iki Osmanlı Padişahı’yla “ortak özellikler” taşıdığını göstermişti değil mi?
O da tıpkı Abdülmecit ve Abdülaziz gibi “Ulu Haç” ile ödüllendirildi!
Hoş gözlerini kamaştıran madalya ise Gül’ün de “Davut Boynuzu” var ama oyunu kuran İngiltere’den gelen takdirin yanında, figüran İsrail’in esamesi okunabilir mi!
Biz de dahil basının büyük bölümü “padişah” benzetmesini Erdoğan için kullandı bugüne kadar ama, mevzu bahis “II. Cumhuriyet” ise taht için “tasarlanan” veliaht Gül’dür belki!
Derin mevzulara girmeden toparlamak gerekirse:
Tarih 18 Kasım 2008...
Şöyle uyarmışız Erdoğan’ı:
“Seni bile harcarlar...”
Tarih 7 Aralık 2011, bakın yandaş medya sayfalarına nasıl harcıyorlar!
Tabii bu işin bir de “sonrası” var...
Allah sağlık sıhhat verir de ayaklanırsa Erdoğan’ın elleri de armut toplamayacak herhalde altını oyma çabaları karşısında!
Şimdi cengaverlik taslayanlar, tehdide kalkışanlar, Güngör Mengi’nin ifadesiyle “Başbakan’ın yarattığı sessizlikte hayal kurmaya ve fantezi yapmaya” başlayanlar, bakalım Tayyip Erdoğan sağlığına kavuştuğu gün ne yapacaklar?
Fehmi Koru’nun organize ettiği fasıl gecesinde, hep bir ağızdan “Gülümü yad eller aldı, üstümde kokusu kaldı” şarkısını icra etmek de var bu işin sonunda!..



BASINDAN SEÇMELER


Karar Erdoğan’ın...

AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, önceki gün vetoya karşı ilk çıkışı yapmıştı. (...) Ancak, Elitaş’ın bu açıklamasına rağmen kafalarda soru işareti vardı. Bu çıkış acaba Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dahilinde mi yapıldı? Yani AKP’nin kurumsal duruşunu mu yansıtıyor, yoksa Elitaş’ın kişisel bir görüşü mü?
Dün diğer Grup Başkanvekili Nurettin Canikli’nin açıklaması ile durum netleşti. Herkes anladı ki, AKP Cumhurbaşkanının veto ettiği şike yasasının arkasında
duracak.
Grup Başkanvekillerinin bu çıkışının Başbakan Erdoğan’ın onayı ve direktifi dahilinde olduğundan kimsenin kuşkusu kalmadı.
Bilal Çetin / Vatan




AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli, şike cezalarında indirim öngören ve Cumhurbaşkanı tarafından bir kez daha görüşülmek üzere TBMM’ye iade edilen yasa için, “Biz yasayı aynen Köşk’e göndermekten yanayız” demiş... Sorum; günlerdir Abdullah Gül’ün, Cumhurbaşkanlığı görevinin ardından tekrar AKP’nin başına geçip Başbakan olacağına dair senaryo yazan arkadaşlara:
Hâlâ aynı görüşte misiniz?
Mustafa Mutlu / Vatan




Darbe en yakınından

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün vetosu, -üyeleri aynı partinin mensubu olan- hükümetle AK Parti Grubu arasında ayrışmaya yol açtı. AK Parti Grup Başkanvekili Nurettin Canikli’nin -dün bir meslektaşımızın sorusu üzerine- aksini söylemesi, tabloyu değiştirmiyor. Dünkü gelişmeler üzerine aradığım Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı’nın açıklamaları, kendi önemi kadar, bu ayrışmanın hafife alınmaması gerektiğine de işaret ediyor. (...)
Yazıcı’ya ’Sayın Canikli, dünkü grup eğilimini, Sayın Başbakan’la görüşerek açıklamış olabilir mi?’diye sordum. İşte yanıt: ’Onu bilemem. Ama ben birilerini rahatsız edecek olsa da kendi özgür irademle düşüncelerimi açıklıyorum.’
Çiğdem Toker / Akşam




Gül ile Arınç’a çok sert eleştiri

Sayın Abdullah Gül!
Sayın Bülent Arınç!
Ayıp ayıp!
Siz AKP’nin aldığı oyu; kendinizin yüzü suyu hürmetine mi alındığını sanıyorsunuz?
Öyle bir kanınız var ise, iyice yanılıyorsunuz.
Seveni de istemeyeni de kabul eder ki AKP’yi ayakta tutan kişi, Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Aldığınız oylar da onun yüzü suyu hürmetine verilen oylardır.
Rıza Zelyut / Güneş

Yazarın Diğer Yazıları