Elde var İsmail
Bıyıklarımız yeni terlemişken Kuleli Askeri Lisesi Hazırlık sınıfına kaydolduğum gün tanıdım İsmail’i... Türkiye’nin dört bir yanından gelen 600 öğrencinin kısa sürede kaynaşması zordur ama Kuleli’de bu kural yoktur. “Deniz Senin, Toprak Senin, Gök Senin” diye başlayan marşımızla koca bir aile olduk. Adı üzerinde delikanlılık... Müthiş kaynıyordu kanımız en çok da aynı ülküye inananlar arasında olağanüstü bir bağ oluşuyordu. İsmail güreşçiydi. Hazırlık sınıfında Yusuf Teğmen keşfedip direkt takıma aldı onu. Sonra Dünya ve Olimpiyat Şampiyonu Merhum Hamit Kaplan’ın kardeşi Fizik Hocamız Binbaşı Necip Kaplan, İsmail’in adını “Ayıboğan” koymuştu.
Onun güreş müsabakalarında kendisinden yaş ve kilo olarak büyükleri tek tek devirdiğini görünce, “Ayıboğan adı az gelir, bizim İsmail dinozorları bile boğar” diyerek arkadaşımızla gurur duymuştuk.
Askeri okul olmasına rağmen kendi aramızda ufak tefek tartışma ve kavgalar olurdu. İstisnasız haklıdan yana olan İsmail, 15-20 kişinin arasına tek başına dalıp, kavgayı durdurur, haklı ile haksızı belirleyerek iki tarafı kucaklaştırarak barıştırırdı. İtiraz etmeye kalkışana el ense çekip, tek hareketle kolunu kıvırıp karşısındakiyle kucaklaşmasına itiraz etmek mümkün değildi. En çok sigara içmeme kızardı. Ufak tefek yaramazlıklarımızı tebessümle izlerken, kabahat büyümeye başladığında “Alooo çizmeyi aşıyorsun!” diye kükrer, geleceğin Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve en önemlisi şehitlerinin hata yapma hakkının olmadığını ifade ederdi.
Kuleli’nin Güreş Takımı Kaptanı İsmail Moray’ın kurmay subay olacağından emin olduğumuz gibi, Ona “Ayıboğan Paşa” demekten kendimizi alamazdık. Mezuniyet heyecanı sırasında pilotluk sevdasına kapıldı. Ve Hava Harp Okulu’nun zor sınavlarını geçerek pilot olmaya gitti. 1986 yılında mezun oldu. Türk düşmanlarını uçak ile bombalayamayacağını yani pilot olamayacağını anlayınca mücadeleyi arazide süngü ile yapmak için dilekçe vererek Jandarma sınıfına geçip, komando oldu. İlk Jandarma Özel Tim Komutanlardından olan Kıdemli Üsteğmen İsmail Moray, görev yeri Muş’ta dağları vatan hainlerine dar ediyordu. “İhanet eden bir böcek bile kalmayacak yurdumda” diye gecesini gündüzüne katarken, 25 Ocak 1994 günü Malazgirt kırsalında şehadet şerbetini içti.
İsmail’in aldığı kelle sayısı hiç umurumda değildi o gün. O’nun aziz naşını Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verirken, hıçkırıklarım boğazımda düğümlenip: “Elde var İsmail” deyivermiştim...
Üsküdar Bağlarbaşı’nda bir sokağa ismi verilen İsmail’in annesini sık sık Edirnekapı Şehitliği’nde görürdüm. Babasının tunçtan bir heykel gibi duruşu gözlerimin önünden gitmez. “Ayıboğanım talaş böreği severdi. Çocuklar eve gelin de size talaş böreği yapayım” diye ısrar eden yüreği yanık anasını çeşitli bahanelerle hep atlattık. Çünkü İsmail’in evinde, O’nun madalyaları, postalları, uyku tulumu, hücum yeleği, avcı bıçağı, silah ve şehit olduğundaki üniformasından oluşan köşesinde oturmaya cesaret edemedik.
Dünkü gazetelerde Genelkurmay’ın açıklamasına göre ocak 2007 tarihinden bu yana 838 terörist öldürülmüş. Hiç umrumda değil. Halen, “Elde var İsmail” diyorum.
Son harekatta şehid düşen Kara pilot Üsteğmen Gürcan Ulucan’ın babası şehit oğlunun tabutu başında esas duruşta nöbetteydi. Şehit Üsteğmen Serkan Çakal’ın 3.5 aylık hamile eşi üniformasıyla kocasını yolcu ediyordu. Komando Er Burhan Küçükkartal’ın annesi Makbule: “Öpüyorum ama kokun gelmiyor. Burhanım sana söz veriyorum, ağlamayacağım” derken yüreğinin yandığını biliyoruz.
Sevgili Saygı Öztürk son kitabında terörle ilgili ayrıntılı bilançolar çıkarmış. Dört büyük sınır ötesi operasyonla beraber son Güneş Harekatında altı bin civarında terörist öldürülmüş. Altmış bin olsa umurumda değil. 1994’te “Elde var İsmail” demiştim. Ankara Kara Harp Okulu tesislerinde “Harbiyeli Şehitler” anıtına her gün yeni isimler ekleniyor. “Kanın yerde kalmayacak” andını silah arkadaşları yerine getiriyorlar. Ama ben hâlâ “Elde var İsmail” diyorum. Ve bütün şehid ailelerinin öncelikle kendi canları için “Elde var...” dediklerini tahmin ediyorum.
Vedat Yenerer için
Gazeteci Güler Kömürcü’den sonra gazetemizin yazarı Vedat Yenerer’i de gözaltına aldılar ve tutukladılar. Vatanperverliğinden emin olduğum Vedat’ın gayrimeşru işlerle hiçbir bağlantısına şahit olmadım. Uzun yıllar televizyon ekranlarında gazete sayfalarındaki mücadelesini takip edenler, sorumluluk sahibi gerçek Türk aydını olduğuna da tanıktır. Bütün olumsuz koşullara rağmen hukukun üstünlüğüne inanıyor, Türk adaletine güveniyorum. Ancak, “Geç gelen adalet, adalet değildir” gerçeğini de hatırlatmakta fayda görüyorum.