Ekonomiyi doğru okumalıyız
Ekonomik gidişatı ve verileri analiz ederken, değerlendirirken, madalyonun arkasına da bakmalıyız. Tek taraflı bakmak aldatıcı olur. Bazı örnekler vermek istiyorum.
1-Şu sıralarda en fazla faiz üstünden tartışma yapılıyor. Gerçekte ise nominal faiz yanıltıcı olur. Faizi reel faiz üstünden yorumlamak gerekir. Söz gelimi Eylül ayı TÜFE oranı yüzde 83,45''tir. Eğer nominal faiz de yüzde 83,45 olursa, bu faize yüksek diyemeyiz çünkü reel faiz sıfırdır. Yalnızca pozitif veya negatif reel faiz, satın alma gücünü, tüketimi, tasarrufu ve yatırımları etkiler.
Ayrıca siyasi ve sosyal ortamı da dikkate almak gerekir. Söz gelimi 1980 öncesinde eksi reel faiz nedeni ile imalat sanayii yatırımları arttı. Bugün eksi reel faiz daha yüksek ve fakat yatırım yapılmıyor. Çünkü siyasi iktidara güven yok. Yatırım ortamı yok.
2-Türkiye öteden beri, bütçede disiplin ve istikrar göstergesi olarak bütçe dengesi ve faiz dışı fazlayı kullanıyor. Gerçekte ise bütçede ekonomik konjonktüre göre, açık ve fazla verilebilir. Eğer ekonomide durgunluk varsa kamu yatırım yapar ve harcamaları artırır ve bu yolla bütçe açığı talep artışı yaratarak durgunluktan çıkışı destekler. Yüksek enflasyonda harcamalar kısılır ve bütçe fazlası verilerek talep kısılır ve enflasyon önlenir.
Öte yandan hükümet bütçe açığını, bugün Türkiye''de olduğu gibi enflasyonun altında bir faiz vererek kapatırsa, devlete borç verenler aynı zamanda devlete vergi gibi ilave kaynak transfer etmiş olurlar. Bu nedenle bugün devlet içi borçları yüksektir demek yanlıştır.
Bütçe disiplini ve etkinliği için asıl gösterge harcamaların etkinliğidir. Bütçe kaynakları bugün olduğu gibi siyasi gerekçe ile popülist amaçlı dağıtılıyorsa, yatırım yapılmıyorsa böyle bir bütçenin denk olmasının hiçbir anlamı yoktur.
3-Hükümet ücret artışlarında yalnızca enflasyonu dikkate alıyor. Aslında ücretleri enflasyon oranında artırmak, artış değil düzeltme yapmaktır. Bu düzletmede iki yanlış yapıyor;
Birisi… Ücretlerde düzeltmeyi TÜFE''ye göre yapıyor. Oysa ki ücretlilerin harcama sepeti içinde, fiyatı TÜFE''den daha fazla artan gıda ve mesken giderlerinin payı daha yüksektir. Yapılması gereken ücretliler geçinme endeksi hazırlamak ve düzeltmeyi bu endekse göre yapmaktır.
İkincisi hükümetin; GSYH''da büyümeyi dikkate almıyor olmasıdır. Oysa ki emek de bir faktördür katma değer yaratıp büyümeye katkı yapar. Büyümeden pay verilmesi gerekir.
4-GSYH''da büyüme, refah düzeyine aynı oranda yansımayabilir. Söz gelimi cari açık eğer doğrudan yabancı yatırım sermayesi girişi yoksa, dış borç stoğunun artmasına neden olur. Ülke net dış borç ödeme konumuna gelince, eğer borç mürettebatının GSYH''ya oranı büyümeden yüksek ise ülke yoksullaşır. Yani cari açıkla büyüme aynı zamanda kaynak ve birikmiş servet kaybı demektir.
Öte yandan, bir apartman yıkılırken o günkü değeri kadar servet kaybı oluşuyor. Ama yıkım işinde makine ve işçi çalıştığı için katma değer oluşuyor ve büyümeyi pozitif etkiliyor.
5-Hükümet ekonomiyi kasıtlı olarak siyaha beyaz der gibi algı ile yönetmeye çalışıyor. Söz gelimi;
Açıklanan Ocak-Ağustos 8 aylık dış ticaret verilerini hükümet ''''Türkiye, ihracatta 2021 yılında yakaladığı başarıyı 2022 yılının ilk 8 ayında da devam ettirmiştir. İhracat yüzde 13 artmıştır.'''' şeklinde değerlendirdi.
Gerçekte ise mesele tek başına ihracat değil, Türkiye''nin dış ticaretidir. Dış ticarette ise hezimet yaşıyoruz. Ağustos ayında ihracat 13,1 arttı ve fakat ithalat çok daha fazla yüzde 40,4, dış ticaret açığı da fahiş düzeyde yüzde 159,9 oranında arttı.
Eğer dış ticaret açığı yüzde 159,9 oranında artmışsa, bu duruma bile ihracatta başarı diye algı yaratmak; kamuoyuna yanlış bilgi vermektir.
Bu yanlışları hükümet ve yandaşları bilerek mi yapıyor; yoksa bilmedikleri için mi yapıyorlar? Ama sonuçta yanlış değerlendirme ve algı üstüne çözüm, asıl çözümü engelledi ve bugün yaşamakta olduğumuz ağır krize neden oldu.