Ekonomimiz ve darbe
İki hafta önce darbe felaketi sebebiyle sizlere geçmiş olsun dileklerimi sunmuş ve Türkiye'nin darbe dönemi de dahil gözden uzak tutmaması gereken iki temel meselesi bulunduğunu, bunların sırasıyla dış politika ve ekonomi olduğunu ifade etmiştim. Bugün dış politika konusunda her zamankinden daha dikkatli olmamız gerektiğini belirtiyor, yabancıların en saçma demeçleri karşısında bile soğukkanlılığımızı korumanın uzun vadede lehimize olacağını bilmekte fayda gördüğümü belirtmek istiyorum. Ayrıca demokrasi ve kişi hürriyetleri konusunda çok hassas davranmamız gerektiğini belirtmek istiyorum. Modern çağdaş devlet hırs, kin, intikam duygularıyla hareket edemez. Devlet ve düzen tehlikeye girdiği zaman tankın önüne kendini atan vatandaş devletinden hak ve hürriyetlerine karşı mutlak korunma bekler. Adil, objektif yargılama sonunda verilecek hükümlere saygımız tamdır. Bunun dışında peşin hükümle yapılacak hukuki yargılama ve mahkumiyetlerin kapanması zor yaralar açacağına inanıyorum. Bu darbenin memlekete verdiği en büyük zarar; ordu millet anlayışımızı dinamitlemesi, asker ve polis arasına, halk ve asker arasına onulmaz yaralar açmasıdır...
***
Darbe olduğu zaman ne yazık ki ekonomimiz Rusya ve İsrail krizinden henüz çıkamamıştı. Ekonomide çok büyük problemlerle karşı karşıya idik. Darbelerin en büyük zararı güven duygusunu yıkmalarıdır. Güven duygusunun olmadığı yerde ekonomik kalkınma, yatırım ve iktisadi gelişme olmaz. Üretimde yeterli gelişmeye ulaşamadığımız için paramız devamlı değer kaybetmektedir. Bu konuda rakamlar hiç iç açıcı değildir.(Darbe öncesi rakamlar.)
-2004'de bir çeyrek altın 24 bin TL idi. Bugün 198 bin TL'dir. Artış %800'dür
-2004'de bir gram altın 18 bin TL idi. Bugün 118 bin TL'dir. Artış %650'dir.
-2004'de bir ABD Doları 1.320 TL idi. Bugün 2.980 TL'dir. Artış yüzde 125'tir.
- 2004'de hazinemizin altın alım gücü 7.340.000 Kg altın iken 2015'te 4.836.000 kg'a düşmüştür. Düşüş %65'tir.
Bu dört sütunda Türkiye ekonomisinin röntgenini görmek mümkündür. Türkiye gibi gelişen bir ekonomide geleceği yatırımlar tayin eder. Aşın büyümesi, işin büyümesi yatırıma bağlıdır. Millî gelir içinde gelişen ve yükselen ekonomilerde yatırımın payı %31,5 iken bizde %20'dir, 2023 hedeflerini gerçekleştireceğiz yolundaki beyanlarımız havada kalmaktadır. Bu yatırım hacmiyle 2023 hedeflerine ulaşmak sadece hayaldir. Darbeden önce 2016 yılının ilk üç ayında özel sektör yatırımlarının enflasyondan arındırılmış reel seviyesinin 2011 yılının altında olduğunu görüyoruz. Kısaca 5 yıldır bu ülkede özel kesimin yatırımları yerinde sayıyor. Buna karşılık özel sektörün dış borçları da çığ gibi büyüyor. 2011'den bu yılın nisan ayına kadar bankalar dışındaki özel sektörün net döviz borcu 74 milyar dolar artmış ve 192 milyar dolara çıkmıştır. 2011'de reel sektörün net döviz borcu millî gelirin %15'i iken %27 olmuştur. Çin'den sonra reel sektörü en hızlı borçlanan memleket Türkiye'dir. Sebep; Türkiye'de tasarrufun yetersizliğidir. Neyle tasarruf edecek ki bu millet? Bizimle aynı şartlara sahip ülkelerde tasarrufun millî gelir içindeki payı %31 iken bizde %15,6'dır. Bu yetersiz yatırımları da dışarıya borçlanarak yapıyoruz.
***
Dış borçlar devamlı büyüyor. Bu halimizle 2013'den beri dünyanın en kırılgan ekonomi listelerinde başta yer alıyoruz. Bu şartlarda yatırımları yabancı sermaye desteğiyle artırmak baş vurulacak ilk çare oluyor. Yabancı sermaye bir ülkeye gelirken onun hukuk sistemine bakar. Siyasi iktidardan bağımsız, yargı sistemi olmadan yabancı sermaye ülkeye gelmez. Ne yazık ki son çıkarılan kanunla yargı tamamen iktidara bağımlı hale getirilmiştir. Bu şartlar da Türkiye'nin yatırım cazibesini büyük ölçüde kırmaktadır. Ayrıca şirketlere, bankalara kayyum tayin ederken çok dikkatli olmak ve güven duygusunu sarsmamak elzemdir.
Kamuoyunda yaygın bir kanaat haline gelen hukukun silah olarak kullanılıp şirketlerin sahiplerinin, yöneticilerinin mağdur edilmesi yolundaki propagandaya malzeme verilmemelidir. İşsizlik çığ gibi artıyor. Diplomalı işsizliği hızla büyüyor. Türkiye'nin sırtına bir kambur gibi eklenmiş siyasi sığınmacılar konusuna da çok gerçekçi bir bakış açısıyla eğilmesi lâzım. Kendi vatandaşı açlık sınırının altında yaşarken üç milyon insanı devamlı beslemeye çalışmak en güçlü ekonomilerin bile kaldırabileceği külfet değildir. Artık yurt içi ve yurt dışı her türlü kavgadan uzak durarak akılcı bir plan ve programlarla ekonomiyi ele almanın zamanıdır. Altın yılları, zamanları nasıl heder ettiğimizi her birimiz görmeliyiz...