Ekonomik çöküşlerde demokrasiye dikkat!
Virüs nedeni ile bugün dünyanın yaşadığı ekonomik kriz değil daha da ağırı ekonomik buhran veya ekonomik çöküştür. Geçmiş buhranlardan bir farkı vardır; buhran ekonomik dengelerin bozulması ile ortaya çıkan yapısal sorunlardan ileri gelmediği için, diğer buhranlara göre ekonomi daha çabuk toparlanacaktır. Buna karşılık her çöküşte olduğu gibi halkın sorunları artacaktır. Bu sorunları istismar eden siyasetçiler çıkabilir. Demokrasi zarar görebilir.
Demokrasi, geçmiş buhranlardan da zarar görmüştür. Benim korkum bu defa da Dünyada dikta eğilimli siyasilerin, buhranı kullanarak demokrasiye zarar vermeleridir. Ekonomik buhranlar, demokrasi içinde daha hızlı telafi edilir. Despot rejimlerde kısa süreli büyüme yaşanabilir. Ancak ekonomik buhranların kalkınma yolunda telafisi de uzar. Ya da gerçekleşmez.
Parantez içinde hatırlatmak gerekir ki; büyüme GSYH'da meydana gelen reel artıştır. Kalkınma ise içinde demokrasinin de olduğu; halkın değer yargıları, dünya görüşü ile tüketim ve davranış kalıplarındaki değişmeleri içerecek biçimde toplumsal ve kurumsal yapıda dönüşüme yol açan bir iyileşmedir. Halkın refahı ekonomik kalkınma ile sağlanır.
Dikta eğilimi olan siyasiler buhranın getirdiği paniği, korkuyu, umutsuzluğu istismar ederek, halka kurtuluş umudu, reçeteleri vererek, milli ve dini duyguları okşayarak, otokrasi yolunda kullanabilirler.
Hitler bu yolla seçim kazanmış ve iktidara gelmiştir.
1929 buhranında borsalar çöktü, iflaslar tırmandı, intiharlar arttı, milyonlarca insan işsiz kaldı. Almanya'da hiper enflasyon yaşanıyordu.
Hitler, propaganda ve karizmatik bir dille, alt ve orta tabakanın ekonomik taleplerine ümit verdi. Halkın milli duygularını istismar etti. Partizanlığı tırmandırdı. Halk içinde bulunduğu bu zor şartlarda demokrasiyi önemsiz gördü.
Birinci Dünya Savaşında Müttefik Devletler, Britanya İmparatorluğu, Fransa ve Rusya'dan oluşmuştu. Rus Batı Cephesi'nde ordu yönetimi düzensizdi. Yenilgiler yaşandı. Halkın çoğu askere alındı. 1916 sonlarından itibaren kıtlıklar yaşandı. Çarlık rejiminin meşruiyeti tartışır hale gelmişti. Halk panik içinde iken, 25 bin üyesi bulunan Komünist Parti kolayca devrim yaptı ve parti diktatörlüğü kurdu.
Bizim açımızdan değerlendirirsek iyi ki Rusya'da bu devrim olmuş. Zira Rusya müttefik devletlerle devam edip, kazananlar masasında otursaydı, Türkiye'den çok şey isterdi. Boğazlar-Kars ve Ardahan açısından zorlanırdık. Dahası devrimden sonra Kurtuluş Savaşı'na da destek verdi.
Otokrasiler, halkı bağımsız düşünceden alıkoymak için, partizanlığı öne çıkarırlar. Aynı şekilde İran'da olduğu gibi mezhepçiliği körüklerler. İslam ülkelerinde dikta rejimleri tarikatları, cami cemaatlerini teşvik ederler. Çünkü guruplarda grup anayasası vardır. Grup ideolojisi vardır. Birinci derecede grubu yükseltmek hedefi vardır. Bu nedenle de genellikle insanların serbest ve akılcı düşünmesi olanakları yoktur. Siyasi tercihlerinde de grup psikolojisi içinde hareket ederler. Demokrasiyi göremezler.
Solda devrim, İslamda dava. Bu yolda grup üyelerinin düşünmesi söz konusu olamaz. 78'lilerden bir arkadaş "Liderin eylem kararı tartışılmazdı. Yalnızca yerine getirildi. Tartışma eylem sonrası ancak yapılabilirdi" diyor.
Bu gibi örgütlenmeler ve ideolojik takıntılar, demokrasinin insan refahına getirecekleri bilgisinden yoksun kılıyor. En büyük toplumsal risk te budur.
ABD'de Trump, bu riskin getirdiği bir başkandır. Zira Robert Y. Shapiro -Yaeli Bloch 2008 yaptıkları bir araştırmaya göre, ''Elit düzeyde ABD siyaseti, 1970'lerden bu yana hem partizan hem de ideolojik çizgide gittikçe kutuplaştı"
Demokrasinin tahribatı buhranın ekonomik zararlarını kat be kat artırır. Yukarıda örnek verdiğim Hitler rejimi Alman halkının 15 yılını ve Komünist Partisi diktası Sovyetler'e dahil halkların 70 yılını götürdü.