Ekonomi uçurumun kenarında
Garip bir memleket olduk. Ülkenin çok ciddi, önemli sorunları varken hayali gündemlerle uğraşıyoruz. Son günlerin modası, liselere mecburi Osmanlıca dersi konulsun mu? Dış politikadan iç politikaya bir çırpıda sıralayacağımız öylesine ağırlıklı problemler var ki bunların hepsi hasıraltı edilmiş vaziyette. AB’nin, ABD ile yürütmekte olduğu “Gümrük Birliği Anlaşması” Türkiye’yi dağ gibi ekonomik külfetlerin altına sokacak muazzam bir gelişme. Nedense bu gelişmeyi uykulu gözlerle seyrediyoruz. AB’deki ekonomik durgunluk ihracatımıza ne gibi sıkıntılar getirecek? Farkında mıyız?..
Diğer taraftan Orta Doğu’da tükenmeyen çatışmalar, Irak ve Suriye’deki savaş hali, bu 2 ülkeden gelen muhacirler ve bunun ekonomik yükünün Türkiye’nin üzerinde kalması, milli sınırlarımızı zorlayan Kürtçülük hareketleri: Güneydoğu’nun PKK’ya terk edilmiş manzarası veren yürek yakıcı tabloları. Bütün bunların yanında memleket ekonomisinin hal ve gidişini doğru bir biçimde takip etmek ihtiyacı var.
T.C. Merkez Bankası, Bakanlar Kurulu’na geçtiğimiz ay “Ekonominin nereye gittiğini açıklayan” bir rapor sundu. Rapor 2 ana iddiaya oturtulmuş. Birincisi,Türkiye’de dış finansmanın kalitesi artmaktadır. İkincisi,küresel talep zayıflarken iç talep büyümeye katkı yapmaktadır. Bu tezleri birlikte ele alalım.
Türkiye’nin, her an başta savaş olmak üzere bir buhranla karşılaşması kaçınılmaz görünüyor. Milli ekonomiye her zamankinden daha çok dikkat göstermek ve her kuruşun kıymetini bilmek zorundayız.
2013 yılı başında Türkiye’nin toplam dış borcu 338,7 milyar dolar tutarındayken, en son verilere göre dış borç toplamı 401,7 milyar dolar olarak görünüyor. Aynı dönemde kısa vadeli dış borçlar 100,2 milyar dolardan, 130,7 milyar dolara yükselmiştir.
Bu yılın ilk 9 ayında; yabancı sermaye net girişleri geçen yıla göre azalmıştır. 6,4 milyar dolardan 4,9 milyar dolara gerilemiştir. Böylesine karışık bir yapıya yabancı sermayenin gelmesini beklemek aşırı iyimserlik oluyor. Kamu bankalarının kısa vadeli borcu 12 milyar dolardan 19 milyar dolara yükselmiş bulunuyor. Bu şartlarda dış finansmanın kalitesi arttı iddiasında bulunmak isabetli bir beyan olarak değerlendirilemez.
Şimdi de iç talebin büyümeyi desteklediği görüşünü ele alalım. Ekim 2014’de reel kesim güven endeksi 106,9 düzeyindeydi. İki gün önce yayınlanan yeni veriye göre 102,7’ye geriledi. İddia edildiği gibi iç talep büyümeyi desteklese reel kesim güven endeksinde böyle yüksek oranlı bir gerileme olmazdı. İmalat sanayi kapasite kulanım oranı da Mayıs 2014’ten beri geçen yılın aynı dönemine göre sürekli düşük düzeyde seyrediyor.
Böyle kalkınma olmaz
T.C. Merkez Bankası’nın Bakanlar Kurulu’na sunumunu incelediğimiz zaman: “Yapısal dönüşüm programının uygulamaya geçmesiyle birlikte Türkiye’nin büyüme potansiyeli kademeli olarak artacaktır” cümlesini görüyoruz. Bu temenniye katılmamak mümkün değil, ancak ülkede yüksek enflasyon, taşınması zor dış açık ve sosyal patlamanın eşiğinde bir işsizlik var. Gelir dağılımındaki adaletsizlik zirve yapmış durumda. Hukuksuzluk, keyfilik, kayırmacılık, ahbap-çavuş kapitalizmi, hesap vermekten kaçış, yolsuzluk gibi acı gerçekler ekonominin geleceğine olumlu bakan herkesi siyah bir tünele çekiyor. Hükümet ciddi bir programla kamuoyunun karşısına çıksa güven veren bir zaman planı içerisinde yaptığı ve yapacağı işleri anlatsa, kara bulutlar, düşünce ufkumuzu terk edebilir. Ne yazık ki şu anda artma eğiliminde olan yolsuzluklar içerisinde yaşıyoruz. İşte madenlerin durumu.. Her yıl 2 bin kişi iş güvenliği eksikliğinden ölüme terk ediliyor. 10 binleri aşan yaralılar gündeme bile gelmiyor. Çalışamaz duruma düşen, ailesine bakacak iken kendisi himmete muhtaç hale gelen bu evlatlar ne zaman görülecek.
İktidar bina inşaatıyla ekonomik kalkınmayı sağladığını iddia ediyor. Güçlünün daha güçlü, zenginin daha zengin olmasını sağlayan bu modelle dünya üzerinde kalkınmış tek ülke yok. Ayrıca sendikasız, soysal güvenliği yetersiz iş gücü ile bu model çoktan iflas etmiş durumda. 2007-2008’de 20 milyara yakın doğrudan yabancı sermaye yatırımı çeken Türkiye, bu sene en fazla 6 milyar dolar kadar bir yatırım çekebilecek. Halbuki büyümesini dış kaynaklara dayandıran Türkiye’de sadece cari açık için 50 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye girmesi gerekiyor.
Türkiye hızla her türlü keyfiliğe son veren bir hukuk devleti olmalıdır. Tek adam yönetimi, parti devleti anlayışıyla yabancı sermaye gelmez ve uzun vadeli yatırımlara girmez. Her tenkidi düşman görmek, her tenkide bizi çekemiyorlar diye bakmak yanlıştır. İnsan her eleştiriden ders almayı bilmelidir. 2003-2011 yılları arası dış borç ve sıcak parayla Türkiye hazırdan yedi. Bütün dünyada bu mutluluk rüzgarı bitmiştir. Kendi kaynaklarımızı harekete geçirerek sosyal adaleti ana hedef yapıp yolumuza devam etmek zorundayız.
Kendimize ve halkımıza yalan söylemeyelim. Unutmayalım yalanın faydası bir kere içindir, gerçeğin için ise sonsuzdur.