Ekonomi politikasında tehlikeli uçurumlar
Hükümet 2023 yılında dünyanın en büyük on ekonomisi arasına girmeyi iddialı bir hedef olarak tespit etti. Bu hedefe Türkiye ancak yılda %7,3 oranında büyürse erişebilir. Hâlbuki 2012 yılında ekonomik büyüme %2,2 düzeyinde kaldı. 2013 yılı için de %4’lük bir büyüme bekleniyor. Daha sonraki yıllar için belirlenmiş olan ortalama %5 seviyesindeki büyüme oranları 2023 hedeflerine veda edildiğini açıkça ortaya koyuyor.
Türkiye AKP İktidarı döneminde on yıl içinde 333 milyar dolar cari açık vermiş bulunuyor. Cari açık dış finansman yolu ile kapatılıyor. Yabancı kaynağa ödenen faizler Türk ekonomisine kan kaybettirmeye devam ediyor. Hükümetin çok övündüğü Merkez Bankası rezervlerine eklenen 68 milyar dolar Türkiye’nin üretmediği, dışarıdan sağlanan, şartlar oluştuğunda geri ödenecek bir değeri ifade ediyor. Dış Ticaret açığının en önemli sebebi ise; sanayinin girdi tedarikinde ağırlıklı bir şekilde dışa bağımlı olmasıdır. 2012 yılında cari açığın düşmesi gelecek açısından ümit vermiyor. Ekonomi büyüme sürecine girince cari açık 70-80 milyar dolar seviyelerine ulaşacaktır.
Bu kısır döngünün kırılabilmesi için hazırlanmış bulunan girdi tedarik stratejisi henüz uygulamaya konulmadı. Dahilde İşleme Rejimi uygulaması, ithal girdiye adeta bağımlılık yaratmış bulunuyor. Bilindiği gibi; hammadde başta olarak gerekli malları dışarıdan alıp, sanayinin üretimde kullanacağı hale getirmekten ibaret olan bu yol, Avrupa ülkelerinde istisnai olarak uygulanır. Toplam ithalat içinde payı %2-3 civarındadır. Ne yazık ki bu oran Türkiye’de %40’lar düzeyindedir. Hatta bazı sektörlerde %70’ler seviyesine ulaşmaktadır. Türkiye ekonomiye kan kaybettiren bu gidişten süratle kurtulmaya ve ihracatını ağırlıklı bir şekilde yerli girdiye dayalı olacağı bir üretim sistemi kurmaya mecburdur.
On yıldır uygulanan ekonomi politikaları ile çalışan kesimlerin reel alım gücü geriletilmiş, halk borçlanarak tüketmeye özendirilmiştir. Halkımızın geliri artmıyor ancak finans sektörünün imkanlarıyla eskisinden çok daha fazla tüketmeye alıştırılan halka, hayali bir refah yaşatılıyor. AKP döneminde tüketici kredileri ve ferdi kredi kartları ile yapılan borçlanma tam 38 kat büyüyerek 6,4 milyar TL’den, 255 milyara yükseldi. Tüketici kredilerinin 2012 sonunda sadece 2,2 milyar TL olan bakiyesi 2012 sonunda 185,9 milyar TL’ye, kredi kartlarındaki borç bakiyesi de 4,1 milyar TL’den 68,8 milyar TL’ye yükseldi. Bu rakamlar karşısında “IMF’ye borcumuzu bitirdik. Onlar bizden borç alacak” övünmesi ne kadar gerçekçidir?.. Çünkü 2002’de Türkiye’nin toplam dış borcu 129,6 milyar dolardı. 2012 sonunda 336,9 milyar dolara fırlamıştır. Bu rakam içinde kamunun dış borcu 64,5 milyar dolardan, 103,1 milyar dolara yükselmiştir. 2002-2012 döneminde özel sektörün dış borcu net 183 milyar dolar büyümüş ve 226 milyar dolara yükselmiştir. IMF sıfırlanırken, borç tablosu bu hale gelmiştir. Kamu kesiminin 2002 yılında 155,2 milyar TL olan iç borç stoku, 2012 yılı sonunda 408,3 milyar TL’ye yükselmiştir. Böylece AKP döneminde kamunun iç-dış toplam borcu 563 milyar TL’dir. Cumhuriyetin ilk 80 yılında devletin 257 milyar TL olan toplam borcuna son on yılda 316 milyar TL eklenmiştir. AKP, devleti önceki 80 yıldan daha fazla borçlandırmıştır.
Bu hükümet; üreten, satan, kazancının bir bölümünü tasarruf eden politikalar geliştirmemiştir. Dışarıdan sağlanan finansman kaynakları konut, inşaat ve sosyal güvenlik açıklarının kapatılması gibi verimsiz alanlara yönlendirilmiştir. Bu tutum ekonomideki mevcut problemleri daha da ağırlaştırmaktadır.
Bütçe açıkları her seferinde dolaylı vergilerde artış yapılarak kapatılmaya çalışılmıştır. Gelir seviyesi ne olursa olsun her kesimden aynı oranda vergi alınarak, fakirle zengin sınıflar arasındaki gelir uçurumu daha da büyütülmüştür. Böylece Türkiye’de yıllardır süregelen sosyal adaletsizlik daha da artmıştır. Petrol ve elektrik enerjisi gibi sanayinin temel girdileri zamlanarak rekabet gücümüzü olumsuz yönde etkileyen politikalar ısrarla sürdürülmektedir. İstihdam üzerindeki vergi yükü %37,6 seviyesindedir. Pek çok sanayileşmiş ülkenin üzerinde olan bu oran, istihdamı zorlaştırmaktadır. Özelleştirme, 2B arazilerinin satışı gibi günü kurtarmaya yönelik tedbirler kalıcı çözümlerden çok uzaktır.
AKP kadroları, ülkenin ciddi sorunları üzerinde düşünmeye başlamalarının elzem olduğunu ne zaman görecekler?