Ekonomi politikası çıkmazı
Değerli okuyucularım bana “uzun süredir ekonomi yazmıyorsunuz” diyorlar, çok haklılar. ‘Şeytan kovalamaktan abdest almaya fırsat bulamıyoruz’ diyen atasözümüz şartlarımızı en güzel şekilde özetliyor.
Avrupa’da ekonomik kriz devam ediyor Euro Bölgesi’nde işsizlik yüzde11,9 İspanya ve Yunanistan’da ise bu ortalamanın çok üzerinde; yüzde 27. Ağırlaşan iktisadi şartlar sebebi ile Avrupa’da önemli siyasi ve sosyal gelişmeler olabilir. Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı (OECD) işsizlik istatistikleri kırmızı alarm veriyor. En az işsizlik kadar tehlikeli olan “uzun vadeli işsizlik” oranları Euro Bölgesi ülkelerde hızla artıyor. AB ülkelerinde toplam 26 milyon işsiz var. Yunanistan’ın ve Kıbrıs’ın bugünkü ekonomik depremlerinin sebebi ölçüsüz bir biçimde silahlanmaya girmeleridir.
Sağlıklı ekonomik yapıya sahip olabilmek için ekonomiyi besleyen sağlam kaynaklara ihtiyaç vardır. Bir ekonomi için en büyük kaynak sermaye birikimidir. Bu da tasarrufla sağlanır. Tasarruf; üreterek ve satarak, ithal ettiğinden fazlasını ihraç ederek oluşur. Sattığından fazlasını ithal eden bir ülkenin ekonomisi fakirleşmeye mahkûmdur. Daha da kötüsü borçlanma suretiyle fakirleşmenin perde arkasına gizlenmesidir. Türkiye’de son 10 yılda gerçek kişilerin ve şirketlerin aldıkları kredilerin tam 10 kat arttığını görüyoruz. Türkiye’nin tarihi geçmişinden gelen sermaye yetersizliği vardır. Bu sebeple sanayinin ve ticaretin banka kredileri ile karşılanması tabiidir. Son dönemde yabancı sermaye girişi ile, sermaye ihtiyacı giderilmeye çalışılsa da lokomotif kaynak halen banka kredileridir. Üretmek, satmak ve tasarruf sağlamak için banka kredisi kullanılması kaçınılmaz olmaktadır. Ancak 10 yıl önce tüketim amaçlı olan kredilerin, toplam krediler içindeki payı yüzde17 iken, 2012 yılı sonunda bu oran yüzde 67’ye ulaşmıştır. Bir başka deyişle borçlanma ülkemizde milli gelir artışının çok üzerine çıkmıştır. Aynı dönemde imalat sanayisi için kullandırılan kredilerin oranı yüzde 36’dan yüzde 19’a düşmüştür. Ekonominin üretici, sürükleyici sektörü imalat sanayidir. Bu sektörün kullandığı kredinin toplam krediler içindeki oranının düşmesi; gelecek yıllar için daha çok tasarruf ve sermaye yetersizliği anlamı taşımaktadır. İmalat sanayisinin kredi payındaki düşüşten en büyük darbeyi tekstil yatırımları almıştır. Diğer acı bir gerçek de imalat sanayisinin payının düşmesine rağmen verilen kredilerin 5 kattan fazla artmış olmasıdır. Toplam kredilerin büyük bir bölümü tüketim amaçlı kullanılmakta ve bu oran giderek artmaktadır. Tüketime verilen krediler 10 yılda tam 40 kat artmıştır. Tasarrufu olmayan, sermayesi yetersiz, tüketmek için bulduğu kredi kadar, üretmek için kredi bulamayan sanayici ve tüccar ne kadar ihracat yapma gayreti içinde olursa olsun 12 ayda 84 milyar dolar dış ticaret açığı vermekten kurtulamamıştır. Bu açığı kapatmak için krediye ve yabancı sermayeye ihtiyaç artmaktadır.
Türkiye’nin ülke ekonomisindeki bu büyük açıkları kapatmak için üretmek, ürettiğini ihraç etmek, ihracattan kazandığıyla asgari tüketim ve azami tasarruf etmek mecburiyeti vardır. Tasarruflarını yeniden üretime dönüştürmesi elzemdir. Üretimin ilk halkası KOBİ’lerdir (Küçük ve Orta Boy İşletmeler). Dünyada genel uygulama hükümetlerin, KOBİ’leri belli sermaye gücüne kavuşturarak, kendi fabrikalarında üretim yapacakları hale getirmektir. Bu amaçla; ülkelerin hepsinde imalat sanayisini kuvvetlendirecek tedbirler uygulanmaktadır. 2012 yılında ülkemizde KOSGEB aracılığı ile KOBİ’lere verilen faizsiz kredilerin veya hibe olan kredilerin toplamını şirket başına böldüğümüzde 11 bin TL düştüğünü görüyoruz. KOBİ’ler 11 bin TL ile hammadde mi alacaklar, işçi maaşını mı ödeyecekler, çeklerini veya kredi kartlarını mı karşılayacaklar? Bütün bunlar cevap bekleyen sorulardır.
Açıkça görünen gerçek şudur: Türkiye’nin sadece “tüketim ekonomisi” ile, Ankara’da sayısı 35’e ulaşmış alışveriş merkezleriyle bir yere varması mümkün değildir. Türkiye israftan dikkatle kaçınmalıdır. Kredi politikaları üretimi teşvik edecek, ekonomiye güç katacak bir anlayışla düzenlenmelidir. Üretmeden tüketmek, devamlı dış ticaret açığı vermek cari açığın çemberini kıramama sonucunu doğurur. Dünya ve Avrupa ekonomisinin içinde bulunduğu şartlarda aklımızı başımıza alıp tüketim çılgınlığına son vermeliyiz. Üreten, ürettiğini satan, tasarrufa, sermaye birikimine önem ve ağırlık veren bir anlayışla ekonomimiz kurtulabilir. Üreten ekonomiye geçmenin ilk şartı kredi politikasını değiştirmektir. Ekonomimiz kof öğünmelere değil, ciddi, gerçekleri gören kararlara muhtaçtır.