Ekonomi ne durumda?
Geçen haftaki makalemde Türkiye'nin iki yengeç ayağı arasında kaldığını bunlardan birisinin terör, diğerinin ekonomi olduğunu ifade etmiştim. Türkiye'de ekonomi planlamanın kontrolünden çıkarılmış, siyasilerin ihtiraslarına göre şekil alan bir yapıya dönüştürülmüştür. Planlama Teşkilatı, Başbakanlığın en sadık danışmanı ve takipçisi olarak çalışırken kalkınma hızı %7'nin altına düşmüyordu. Şimdi ideali gökdelen dikmek olan rant ekonomisi uğruna kalkınma hızımız %2,6'dır...
Türkiye'de yaşanmakta olan "israf ekonomisi modeli" öncelikle en büyük zenginliğimiz olan insanımızı, genç nüfusumuzu eritiyor, bitiriyor.
Millî Eğitim Bakanlığı'nın gençler arasında yaptığı araştırmaya göre; son bir ay içinde kitap okuma oranları şöyle: % 61 hiç kitap okumamış, % 13.4 bir kitap okumuş.
Kitap okuyanların nüfusa oranları: Japonya'da %14, ABD % 12, Almanya ve İngiltere'de %11, Türkiye'de ise % 0,01'dir. (Gallup.)
Bir yılda basılan kitap sayısı ABD'de 85.121 iken Türkiye'de 6.151. (Kültür Bakanlığı istatistikleri.)
Gazete okuyanların nüfusa oranları ise: Japonya'da % 62, Almanya'da % 48 iken Türkiye'de sadece % 5.
Acı bir nokta ise Türkiye'deki kütüphane ve kahvehanelerin sayılarının kıyaslamasında. Kütüphane sayısı 1412 iken kahvehane sayısı 570.000
Yani: 49.500 kişiye bir kütüphane düşerken, 122 kişiye bir kahvehane düşüyor.
İsraf insanla sınırlı değil
Türkiye, mevcut genç demografik yapının eğitim ve beceri düzeyinin düşük olması yüzünden 21. yüzyılın bilgi toplumları ile rekabet şansını kaybetmektedir. İnsan israfını ifade edecek çok daha yalın rakamlara sahibiz. Ancak Türkiye ekonomisindeki israf sadece insanla sınırlı kalmıyor. Vatan coğrafyamızın toprağı, su kaynaklarımız, ormanlarımız, madenlerimiz israfın acısını yaşıyor. Gazetelere baktığınızda depolarda çürüyen buğdayları içiniz yanarak görmüşsünüzdür. Ekonominin plandan mahrumiyeti geminin pusuladan mahrumiyeti gibidir. Bu hükümet döneminde dış politika ile ekonomi arasındaki ilişkiler gözardı edilmiş, dost olduğumuz Rusya'nın düşman çizgisine itilmesiyle turizm sektöründe 4 milyon turiste, Rusya'daki dev inşaat sektöründe fevkalade iş yapan Türk müteahhitlerine ve yaş meyve, sebze, çiçek ihraç eden tarım sektörüne kapılar kapanmıştır. Ayrıca başta deri ve tekstil olmak üzere bütünüyle sanayi sektörümüze Rus pazarında iş yapma imkânı kalmamıştır. Bu akıllı(!) ekonomi politikalarıyla Türkiye'nin millî serveti, içim yanarak yazıyorum şu an 5 milyon nüfuslu Singapur'la eş değerdedir. Ekonomik krizden bir türlü çıkamayan 11 milyon nüfuslu Yunanistan'ın toplam serveti Türkiye'ye yakındır.
Ekonominin üretim faktörlerinin başında "emek" gelir. İyi yetişmiş, eğitilmiş emek gücü ekonominin motorudur. Ne yazık ki bu iktidar döneminde emek gücünün dostu ve koruyucusu sendikaların varlıkları büyük ölçüde güçsüzlüğe, çaresizliğe itilmiştir. AKP'nin iktidar olmasını takiben sendikal örgütlenme Türkiye'de en kötü günlerini yaşıyor. Çalışma Bakanlığı verilerine göre 2003 yılında yüzde 57.5 olan sendikalaşma oranı 2014 sonunda 9.68. Bu oran ile Türkiye, OECD'de en kötü ülke.
OECD, ülkelerde sendikalı olup toplu sözleşmeden de yararlanan işçilerin oranını dikkate alıyor. Çalışma Bakanlığı ise sadece o sektörde sendikalı olan işçilerin oranını veriyor. Bu yüzden OECD'de Türkiye'nin sendikalaşma oranı sadece yüzde 4.5 çıkıyor. Bu veri bize Türkiye'de sendikalı olan işçilerin bile yarısının toplu sözleşmeden yararlanamadığını da gösteriyor. Bu hükümetin her alanda yaygınlaştırdığı taşeron işçi uygulaması sendikasız, güvencesiz adeta modern köle denebilecek bir kesim yarattı. Bu uygulamanın en acı halini Soma'da, Ermenek'te gördük. Emekli, memur ve işçinin durumu başlı başına bir yazı konusu olacak kadar vahim.
OECD'nin Büyümeye Geçiş 2016 Raporu'nda: Türkiye'nin verimlilik düzeyi, istihdam oranı açılarından en büyük gelir uçurumuna sahip ülke olduğu belirtiliyor. Bu rapora göre Türkiye en yüksek gelir eşitsizliğine sahip 10 OECD ülkesi içindedir.
Şimdi devlet yönetiminin bir örümcek ağı gibi olduğunu görmenin ve anlamanın zamanıdır. Ağın bir yerine dokunduğunuz zaman her yer titrer. Sorunsuz dış politika derken yapayalnız kaldık. Siyasi yanlışların işsizliğe, yoksulluğa, ümitsizliğe mahkûm ettiği bu aziz milletin omuzlarına bu ekonomi ile bir de Suriye savaşı yüklemek isteyenler sadece ve sadece maceraperestlerdir.