Ekber Ağa’nın Notları
İran, köklü devlet ve bürokrasi geleneği, dünya çapında mitolojisi ve güçlü edebiyatı ile dikkati çekmiştir tarih boyunca ve günümüzde.
İranlı, hangi ırktan olursa olsun, okumayı ve yazmayı sevmiştir, şiiri ise hep başının üstünde tutmuştur.
Tesadüfen sahafta görüp aldığım 2006 baskılı bir roman, bu dediklerimi iyice pekiştirdi.
Romanın yazarı Kader Abdolah... İran’dan ayrı düşmüş bir İranlı... Hollanda’da yaşıyor ve orada yazıyor. Kader Abdolah, asıl adı değil, adı ve soyadı, yitirdiği iki kavga yoldaşının adlarından oluşuyor...
Romanının kahramanı İsmail’in yazgısı da kendisine benziyor... İsmail, sağır-dilsiz bir halı tamircisinin oğlu... Halı tamircisi... İran’da halıların yıpranan kısımlarını aslına uygun olarak dokuyup tamir eden ustalar var, onlardan biri Ekber Ağa.
Ekber Ağa’yı Ekber Ağa edense, dayısı Kasım Han. Onu hayata tutundurmaya teşvik etmiş, yönlendirmiş, başarmış da bunu büyük ölçüde. Bir önemli tavsiyesi daha olmuş dayının yeğene, “Yaz” demiş yaşadıklarını. Yaz ama köyde oturan fukara Ekber okuma yazma bilmiyor ki... Halının dilinden anlıyor nasılsa diye düşünmüş Kasım Han, sen bildiğince yaz demiş. Ekber de çivi yazısına benzer bir yazı icat edip yazmış yaşadıklarını. Ve bir şair aynı zamanda Ekber, sağır, dilsiz ve okuma yazması olmayan bir şair. Oğlu İsmail, onca mücadele sonunda yurdunu terk ettikten ve babayı yitirdikten sonra, bu çivi yazılarının derdine ve ardına düşmüş, çözebildiği kadar çözmüş, bu çözgüleri birlikte yaşayıp paylaştıklarıyla birleştirip anlamlandırmış...
Kitapta İran’ın yakın tarihine özgü son derece özel, ilginç ve çarpıcı sahneler, olgular, öyküler, söylenceler ve bilgiler var.
Yazarın üslubuna bayıldım, Cengiz Dağcı’yı andırıyor. İşte bir tutam örnek:
“Bu dolunayı İsfahan’dan beraberinde getirmişti. İsfahan geceleri yıldızlarla kaplıydı. Büyülü camilerin üzerinde ay, tıpkı Tanrısal bir lamba gibi asılı duruyordu. Böylesi aydınlık bir gecede insan Nakş-i Cihan Meydanı’nda duruyor ve ellerini uzatıyorsa, anında ayı tutabilir. Bunu o eski Acem şairler, şiirlerinde hep yaptılar.
Bu gökyüzü Ekber Ağa’yı da büyülemişti. O yalnız gecelerinde gizlice Cuma Camii’nin çatısına tırmanmıştı. Orada oturmuş, sırtını Tanrı’nın evinin çatısına dayamış, kollarını dizlerine kavuşturmuş ve yukarıya, gecenin içine bakmıştı. Gece onu, açıklanamaz olanla, Allah’la ve aşkla buluşturmuştu. Belki bunu en iyi şekilde eski, uzun bir şiirin kıtası tasvir edebilirim. Her İranlı bu şiiri ya da en azından, âşık olunduğunda mırıldanıp durulan iki mısra bilir. Ekber Ağa bu şarkıyı hiçbir zaman duymuş olamayacağı halde, öylece mırıldanıp dururdu. Bu şiirde bir zamanlar sazlıkta bulunan bir kamıştan bahsedilir. Kesilmiştir ve bir ney yapılmıştır ondan. Şimdi inliyor ve yakınıyordur:
Sazlıktan bizi kestiklerinden beri/Üflendiğimde kadın erkek hep ağladılar/Yüreğim ayrılıktan parça parça/Çektiğim özlem derdidir, kavuşuncaya kadar.”
Kitabın tam adı “Gizli Yazı/Ekber Ağa’nın Notları”, İstiklal Kitabevi’nce yayımlanmış. Tavsiye ediyorum hararetle.