Eğitim ama nasıl?
Başbakan, önceki gün açıkladığı Orta Vadeli Program'da büyüme için insana yatırım yapılacağını, genç nüfusun bizim mutlak üstünlüğümüz olduğunu söylemişti.
İnsan var olalı beri eğitimin önemi bilinmektedir. Ancak, üretim faktörleri yanında, eğitimin de ilave bir değer yarattığı yirminci asrın ikinci yarısında bilimsel olarak da ispat edildi ve eğitim de bir yatırım olarak kabul edildi. Hatta insana yatırımın fiziki yatırımdan daha önemli bir yatırım olduğu anlaşıldı. Adına "Beşeri yatırım", "İnsana yatırım" denildi. İnsani yatırım birikimine de "beşeri sermaye" deniliyor. Beşeri sermaye, ekonomik faaliyetlerle ilgili olarak insanlarda oluşacak tüm bilgi, beceri ve bu alandaki nitelikleri ifade eder.
Nereden bakarsak bakalım, eğitim bir toplumun geleceğidir... Ne var ki eğitimin siyasi ve ideolojik amaçla kullanıldığı toplumlarda bu kural ters tepmiştir.
1) 15 Temmuz darbe teşebbüsü ile kötü ellerde eğitimin ne kadar istismar edilebileceğini yaşadık. Çalınmış sorularla eğitim yapan bir insanın dürüst olması ve topluma yararlı olması beklenemez. Eğitimde etkinlik için en yetenekli olanların seçilmesi gerekir. Militanların seçilmiş olması hem eğitimde fırsat eşitliğini bozmuş, hem de etkinliği düşürmüştür. Sonunda fatura topluma çıkmıştır.
Geçmişte, Hitler Almanya'sında ve Sovyetlerde ideolojik eğitimin, toplumları nasıl çökerttiği de tarihi gerçeklerdir. Bu nedenle, önce eğitime ideolojiden uzak, insana yapılan bir yatırım olarak (Beşeri yatırım) bakmalıyız.
Türkiye'de eğitim sisteminin tamamı, geçmişte de bugün de, ister karşı olanlar olsun, ister yanında olanlar olsun, İmam Hatip tartışması üstüne kurulmuştur.
Yine geçmişte de bugün de Cumhurbaşkanları, üniversite rektörleri için atama yaparken, öğretim üyelerini yok saymış ve en çok oy alanları değil kendi ideolojilerine uygun olanları atamışlardır.
Bu nedenle, bir toplumda eğitimde etkinliğin temel kriteri, ideolojiden uzak, çağdaş bir eğitim sistemidir. Her şeyden önce eğitime bakış açımız bu yönde olmalıdır.
2) Maalesef Türkiye'de eğitim sistemi, siyasi hedeflerin ve özel sektörün para kazanma insafına bırakılmıştır.
Devlet üniversiteleri, il veya ilçe halkının siyasi baskıları ile şekilleniyor... Vakıf üniversitelerinin kuruluşunda da siyasi baskılar ve YÖK tercihleri etkili oluyor. Gerçekte ise, yeni eğitim kurumu açılması ve müfredat insan gücü ihtiyacına göre yapılmalıdır.
Yani, eğitim ister devlet ister piyasa tarafından verilsin, ''eğitimde iş gücü planlaması'' yapılmalıdır. Elbette bu planlamayı devlet yapacaktır.
Eğitimde planlama çerçevesinde, gelecekte ara eleman olarak ve uzman iş gücü olarak, eğitilmiş iş gücü arz ve talebi tahmin edilmeli ve bu çerçevede, lise, teknik lise, meslek okulları ve fakülteler açılmalıdır.
3) Üniversite sanayi iş birliği, tamamıyla üniversitelere bırakılmalı. Maliye Bakanlığı ve Döner Sermaye engeli kaldırılmalıdır. Zira Maliye, öğretim üyelerinin özel sektörde araştırma ve çalışma yapmaları halinde gelire adeta el koymaktadır.
ABD'de öğretim üyelerinin özel sektör için yaptığı araştırmalar ve çalışmalar da kariyer olarak değerlendiriliyor.
4) Üniversitelere Ar-Ge konusunda daha fazla kaynak tahsis edilmelidir.
Üniversite Sanayi İş Birliği Platformu'nun, Stratejik Ar-Ge Yönetimi Süreçleri ile ilgili aşağıdaki bildirisi sorunu daha net ortaya koyuyor.
* Döner Sermaye mevzuatı akademisyenlerin de para kazanacağı şekilde düzenlenmeli,
* Akademik yükseltme kriterleri üniversite-sanayi ortak çalışmalarını teşvik edecek şekilde yeniden düzenlenmeli,
* Genç akademisyenler ve öğrenciler de sürecin içine dahil edilmeli,
* Ar-Ge çalışmalarına hem üniversitede hem de sanayide bütüncül bir yaklaşım kazandırılmalı.