Eğilmezsen kırılırsın
Hâkimleri dinleten savcılar, yargı mensuplarını takip edip, fotoğraflayan polisler, henüz soruşturma aşamasında olduğu için yasaya göre yayın yasağı olması gereken hususları basına servis edenlerle içlerinde özel telefon görüşmelerini bile pervasızca, arsızca yayınlayan basın... Malum davanın mahkeme başkanı Köksal Şengün’ün isyanla “Savaş açtılar, kurt içimizde” sözlerini okuyanlar tereddütsüz, “Çivisi çıktı bu işin” demekten kendini alı koyamamıştır. Hukuk devletinden polis devletine hızla geçişin sağladığı bu tabloda, mahkemelerin bağımsızlığına inançta yok olmak üzere. Bir de CHP’li Ahmet Ersin, Erol Tınaztepe hakkında dokunulmazlığın kaldırılması yönünde fezleke, “Hukuk terörü” nün ta kendisi değil de nedir?
Teknolojik gelişmeyle devam etmekte olan bu hukuksuzluğa Türkiye’de son yıllarda rastlıyoruz. Oysa bundan 20 yıl önce Özbekistan’da bizzat yaşamıştım. Bugün insan hakları ve demokrasinin teğet geçmediği Özbekistan’da 20 yıl önce başımdan geçenleri özetlemeliyim.
SSCB yeni dağılmıştı. Türk Cumhuriyetlerindeki bağımsızlık rüzgârlarıyla beraber heyecanla ata topraklarına varmıştık. Uçağımız piste indiğinde toprağı öpmeye hazırlanırken, şapkalarında orak çekiçli polisler sertçe sıraya girmemizi istedi. Rusça verilen talimatlar ve asık suratlar ilk hayal kırıklığımız olsa da geçiştirmeye kararlıydık. Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te yerleştiğimiz otelin lokantasında Yazarlar Birliği yöneticileriyle yemeğe geçtik. Keyifli bir sohbetti. Lakin içeriye pervasızca dalan polisler herkesin kimliklerini toplayarak Özbek yazarları yaka paça götürdüler. Sonuçta gazeteciyiz. Götürülenlerin durumu hakkında bilgi almak hakkımız. Ama orası Özbekistan’dı. Yani Sovyet komünizminin derin izleri yaşıyordu, KGB ayaktaydı. Vakit geçirmeden siyasi kuruluşlarla görüşmenin yollarını aradık. Dönemin en etkili muhalefeti ERK partisinin İçişleri Bakanlığı karşısındaki genel merkezine vardık. Sadece ülkesi Özbekistan’ın değil, Türk dünyası ve Sovyet ülkelerinin en tanınmış şairi, entelektüeli Muhammed Salih karşıladı. Elektrik ve suyun kesik olduğu binada bir tek telefon çalışıyordu. Bu garabeti sorduğumuzda, “Dinlemek için” cevabını aldık. Derken, Birlik hareketi önderi Polat, güvenlik gerekçesiyle bizi evinde kabul edebileceği haberini yollayınca, mütevazı evinde konuk olmadık. Keşke olmasıydık, aynı gün sekreteri tutuklandı, kardeşi başına aldığı demir darbeleriyle komaya girdi, çok geçmeden Salih ve Polat gibi Özbek aydınları yurtlarını terk etmek zorunda kaldılar. Türkiye’de bile barınamadılar. Salih Norveç’te, Polat ise Kanada’da. Yıllar sonraki yurtdışı buluşmalarımızda polis devletini en ince ayrıntılarıyla onlardan dinledim. İçlerindeki kurtları tıpkı hâkim Şengün gibi anlatırken, gözyaşlarına boğuldular. Halen Kerimov iktidarının günün birinde sona ereceğini ve hesabının sorulacağına inanmak istiyorlar. Köksal Şengün de, “İktidar değişirse, hesabını başkaları kötü sorar” sözleriyle durumun vahametini ortaya koyuyor.
Şimdi bazıları Özbekistan nerde Türkiye nere diye bu yazdıklarımızı eleştirebilir. Polis devletlerinde coğrafyanın ve sosyal dokunun önemi yoktur. Telefonlar dinlenir, savcılara talimat verilir, parlamento baskı altında tutulur, hâkimlere kumpas siyasilere tuzak kurulur. İtiraz edenler içeri tıkılır. Ülke gündemi diledikleri gibi belirlenir, vatandaşla dalga geçilir. Çivi yerinden çıktığı için sallanır durur her şey. Eğilme yeteneği olmayanlar kırılır gider.