Egemenlik
Türkiye'mizde ve bölgemizdeki kavga, çatışma ve savaş, egemenliğin paylaşılması talebinden kaynaklandığı açıktır. Tanzimat'tan beri rejim tartışmaları yaptığımız doğrudur; ama bu defaki rejim değil, egemenliğimizdir. Egemenlik varlık, beka demektir. O yoksa biz de yokuz; vatan da, millet de yok demektir. Dünyada, millet ve millî [millî ve üniter] egemenlik güçlenerek zirvesine yükselirken, bölgemize ve ülkemize büyümek için (!) anayasanızı değiştirin, "Başkanlık" veya "Başkancı" siteme geçin diyorlar. Üstelik bize "Türk tipi (!)" etnikçi ve mezhepçi, çok ortaklı egemenlik öneriliyor. Egemenliği paylaşın ki, bölünme olmasın, terör bitsin ülke büyüsün deniliyor. Çok ağır bir durumdan bahsediyoruz değil mi?
2009'da "Kürt açılımı" çerçevesinde başlatılan "Türk" adının anayasadan çıkarılması kampanyası, 2012'de TBMM uyum komisyonuna görüş bildiren bazı STK'lar tarafından da desteklenmişti. Hak-İş, Müsiad, Tüsiad, Tesev, Memur-Sen, Mazlum-Der, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Abant Platformu, İnsan Hakları Derneği (PKK yan kuruluşu), Kesk, İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği ve Ehlibeyt Vakfı gibi STK'ların ortak talepleri: Anayasadan "Türk etnik" adı çıkarılmalı, egemenlikte bütün etnik gruplar eşit konuma getirilmeli, ana dilde eğitim ve öğretim yapılmalı, etnik özerklik tanınmalı vb. Bu ayrılıkçı saldırıda; ABD, AB, teröristbaşı, Kandil, HDP, DBP, KYP, Barzani, dinci bölücü partiler ve yazarlar, malum medya ve ikinci cumhuriyetçiler gibi iş birlikçiler de yerini almıştır.
PKK/KCK ile 2010'da Oslo'da ve "Çözüm süreci" çerçevesinde Ocak 2013'te teröristbaşıyla İmralı'da anayasadan "Türk" adının çıkarılması ve özerklik konusunda mutabakata varılmıştı. Günümüzde ise gündemde yine anayasa değişikliği ve Başkanlık sistemi vardır ve yetkililerin açıklamalarında ve Hükümet programlarında aynı konular bulunmaktadır.
Devlet Dili ve Resmi Dil
Yukarıda dünya gerçeğinden bahsettik; şimdi de kendi gerçeğimizi hatırlayalım. Selçuklu ve Osmanlı gibi Türkiye Cumhuriyeti'nin de kurucusu ve sahibi, bin yıldır kesintisiz olarak Türk Milletidir. 1876'dan 1982'ye kadar yeniden yapılan 5 anayasamızda da egemenliğin Türk Milletine ait olduğu hükme bağlanmış; devletin kimliği aynı kalmıştır. Dil, egemenliğin aidiyetini belirleyen kurumdur. Bu konuda Siyaset Bilimcisi Prof. Dr. Birgül Ayman Güler'in önemli bir yazısı yayımlandı. Anayasanın 3'üncü maddesindeki "Devlet Dili"ni "Resmi Dil" yapalım diyenlere şöyle cevap veriyor: "Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir" biçimindeki Anayasa'nın 3. Maddesi bize Türkçenin 3 sıfatı ve statüsü olduğunu söylüyor: (1) Devletin dili -devlet dili- Türkçedir; (2) Ülkenin dili -resmi dil- Türkçedir; ve (3) Milletin dili -ulusal dil- Türkçedir" diyor. 'Resmi dil' diyenler Türkçenin devlet dili ve ulusal dil sıfatlarını siliyor; Türkçeyi yalnızca resmi dil sıfatıyla sınırlandırıyor.
Resmi Dil-Devlet Dili ayırımı, farklı dillerin kabul edildiği federasyon tipi devletlerde ayrı statüleri anlatır. En açık örneği, Sovyetler Birliği döneminde ortaya çıkmıştı. SSCB sistemi, Rusçayı ülke genelinde resmi dil olarak tanımlamıştı. Devlet dili sıfatı/statüsü ise, örneğin Kırgızistan'da, ya da Gürcistan'da, olduğu gibi alt kademeyi oluşturan federe devletlerde kullanılacak dillere verilmişti. Bu ayırım, dünya literatüründe de kabul gördü.
Öyleyse, Anayasaya "resmi dil Türkçe'dir" gibi bir ifade yerleştirmenin sonucu açık değil mi? "Devlet dili" sıfatını açığa çıkarıp daha sonra kullanılmak üzere askıya bırakarak, federasyon meraklıları için tam bir yol temizliği!
Türkçe'nin devlet dili ve ulusal dil sıfatlarını siliyor; Türkçeyi yalnızca resmi dil sıfatıyla sınırlandırıyor.
Ulusal dil, yerel-etnik diller ile birlikte düşünülmesi gereken bir sıfat. Anayasadan Türk Milleti'ni ve onun egemenlik hakkını silmeye yönelmiş siyasetlerin aldıkları mesafe malum. Bölgesel özerklik isteyenlerin, her bölgede [devlet dili ayarında] "bölgesel dil"in kabul edilmesini dayattıkları da sır değil. Bunu yapanların "çok kültürcü/çok etnikli/çok milletli" bir siyasi yapı için uğraştıklarını sağır sultan bile duydu.
Hepimiz, kabuğa bakıp kök yakalamaya çalışıyoruz. Oysa bu tartışma kökle bağlı; yani, ülkelerin kendileriyle ve her ülkede iki soruya verilecek yanıtla ilgili:
'Egemen kim?' ve 'Egemenlik nasıl kullanılabilir?' (Yeni Adana, 18.9.2016)
Evet, mesele bu kadar açıktır.
Başbakan Yıldırım, "Başkanlık gelirse, ülke bölünür" iddialarının "tezvirat" olduğunu belirtip, "Asıl başkanlık gelmez ise Türkiye'nin bölünme riski var, açıkça söylüyorum" dedi. Soralım; Türkiye 93 yıldır bölünmedi de, şimdi neden böyle bir riske girecekmiş? Çok partili demokratik sistemin rafa kaldırıldığı, "fiilî durum" yaratıldığı, ölmüş bölücü terörle gizli pazarlıklara girildiği için bölünme noktasına gelmiş olmayalım?
Aslında Başbakan gerçeği ifşa ediyor. Malum 1982 Anayasası etnikçiliğe, mezhepçiliğe ve özerkliğe izin vermiyor. Eğer Anayasa değiştirilir, haçlı projesi olan bölücü terör örgütüyle anlaşılırsa, [Irak modeli gibi] sınırlarımız içinde çok ortaklı devlet kurulur, bölünmemiş oluruz. Yoksa bölünürüz öyle mi?