Edilmeyen yemine dair

Bu yazının yazıldığı dakikalarda henüz hiç kimse, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 25. Dönem’inde “vekilim” sıfatıyla, benim geleceğime dair, benim adıma kararlar almak, kanunlar çıkarmak üzere yemin etmemişti.

Okuduğunuz satırları hangisi “Türk Milleti” dememek için gargaraya getirdi, hangisi yemini devletin resmi dilinde etmemek için direndi ve yemin etmeden etmiş kabul edildi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası kaç kere çiğnendi, hangisi ağzını-burnunu eğdi, hangisi samimiydi ve hangisinin yüzünden okunuyordu sinsi emelleri, kimin eli kimin cebine daha yakın duruyordu “resmi koalisyon görüşmeleri” öncesinde, bütün bunları görmeden yazıyorum.

Ve aslında buna gerek de var mı bilmiyorum.

Dün “milletvekili” sıfatıyla Genel Kurul salonunu dolduran zat-ı muhteremlerin hiç de azımsanmayacak bölümünün yemin ederken tek ayaklarını kaldırdıklarına inanmamıza yetecek kadar çok tecrübe yaşadık sanıyorum son yıllarda.

En basiti “devlet”i, bizzat “devletin varlığı ve bağımsızlığı” nı koruyacağına yemin eden milletvekilleri teslim etmedi mi “paralel” yapılanmalara;

Gidin -bölücülüğümden değil artık klişe metafor olduğundan söylüyorum- Diyarbakır’a, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığına dair herhangi bir delil, onu da geçtim emare bulabilecek misiniz bölgede?

“Sahiller”, “Sivas’ın ötesi”, “yüzde 52’yi zor tutuyorum”, “Ben Gürcü’yüm eşim Arap”, “36 etnik grup”, “mozaik”, “Kürt sorunu” , “bunlar camide içki içtiler”, “bunlar Fatiha’yı bilmezler” diye yeri göğü inletenler, “Büyükşehir Yasası” ylaeyaletleşmeye kırmızı halı serenler vermedi mi aynı kürsüde “vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü” koruyacaklarına dair o kutsal sözü?

“Milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağına” ant içenlerce imzalanmadı “egemenliğin devri” sözleşmeleri?

Onca hukuk cinayetini -katliamını, soykırımını hatta- izleyip sonra da pişkin pişkin “kantırıldık” diyenler “hukukun üstünlüğüne” yemin etmemişler miydi sanki!

İstanbul’un göbeğinde “Hilafet ayaklanmaları”, “demokratik ve laik cumhuriyete” bağlı kalacağına yemin edenlerin iktidarında yapılmadı mı?

Atatürk’e saygıyı “sap gibi durmak” olarak nitelendirenler, portrelerini indirenler, devletin millî eğitim politikasından “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı nesiller yetiştirme ülküsü” nü çıkaranlar; bizzat “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma...” diye gözümüzün içine baka baka yemin etmedi mi 4 yıl önce, 8 yıl önce, 12 yıl önce...

Ali İsmail, Berkin, Yasin, Burak, Fırat, Özgecan, Cansu; böyle sağladılar işte üstüne yemin ettikleri “huzur ve refahı” !

“Palalı”, “benim destan yazan polisim”, “özel yetkili hakim, savcı”; “millî dayanışma ve adalet” anlayışının temel taşları!

Taksim yasak, Kadıköy yasak, Kızılay yasak; 1 Mayıs’ta yürüme, 19 Mayıs’ta yürüme, 23 Nisan’da şen olma çocuklar gibi meydanlarda; kutlama...

HES protestosu: Yasak!

Ağaç dikmek: Yasak!

Ağaç keseni protesto etmek: Yasak!

Kadro istemek: Yasak!

Atama istemek: Yasak!

Sendikal hakları kullanmak: Yasak!

Karı-koca market alışverişini konuşamaz hale geldi telefonda “dinleme” korkusundan, yaz geldi yorganı atıp sere serpe yatabilen pek az evinin en mahrem köşesinde; kapısını kilitlese bile emin değil ki kimse “biri bizi gözetliyor” tehdidi her yerde...

“İç Güvenlik” maskeli paketle kim vurduya gitseniz bile “yasal bir zemin” i var kitapta...

Neydi?

“Herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden” ayrılmayacaklarına da yemin etmişlerdi değil mi?

Ciğer emanet edilmiş kedi kesilmediler mi “Yeni Anayasa” görüşmelerinde; çiğnemeyi geç, üzerinde tepindiler “Anayasa’ya sadakat yemini” ettikleri halde...

“Namus ve şerefleri üzerine” yemin ediyorlar ya ona kanıp, güvenecek gibi oluyor insan bir an, sonra o “önüne yatarım” tapeleri filan geliyor aklıma...

Hele bir etsinler de, devamı yarına...

Yazarın Diğer Yazıları