Edebiyat dünyamızdan anılar
Berfin Bahar Dergisi’nin Aralık 2013 sayısında Özbek İncebayraktar, Edebiyat dünyamıza değgin, bir yığın, ilginç ve güzel anıyı yazmış.
Yazı uzun, bu anılardan seçmeler yaparak sunmak istiyorum sizlere, Özbek Bey’e de teşekkür ve selam ediyorum.
Orhan Şaik Gökyay’dan başlayalım. Gökyay, 1938’de Bursa Erkek Lisesi’nde Edebiyat öğretmenidir. Rüzgârlı, soğuk bir kış gecesi evine dönerken, resmî bir dairenin balkonunda bayrağımızın dalgalandığını görür. Heyecanlanır. Dudaklarından şu dizeler dökülmeye başlar:
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
Eve gelir. Eşi Ferhunde Hanım uyumuştur. O da İngilizce öğretmenidir. Şairimiz sessizce yatağa girer. Fakat uyumak ne mümkün... Şiirin dizeleri arka arkaya dökülmektedir. Aklı fikri şiirdedir. Yatakta bir sağa bir sola döner. Bir aralık uyanan eşi:
-Orhan ne dönüp duruyorsun? Uyusana diye söylenir.
O da:
-Şiir yazıyorum, deyince, Ferhunde Hanım:
-Şimdi şiir yazmanın zamanı mı? Diye çıkışır.
Şafak sökerken “Bu Vatan Kimin?” şiirinin altı dörtlüğü de tamamlanmıştır.
Bu da Arif Nihat Asya’nın ünlü “Bayrak” şiirinin öyküsü:
Asya, 1946’da Adana Erkek Lisesi’nde Edebiyat öğretmenidir. Lise Müdürü, Adana’nın yaklaşan 5 Ocak Kurtuluş Bayramı törenlerinde okunmak için, ondan öğrencilerine şiirler hazırlatmasını ister. Öğretmen gelen şiirleri beğenmez. Son gece oturur, kendisi bir şiir yazar. Ortaya ünlü “Bayrak” şiiri çıkar. Bu şiiri törende Aydın Gün okumuştur:
Ey mavi göklerin kızıl ve beyaz süsü
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü
Işık ışık, dalga dalga bayrağım
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Ziya Gökalp’in birçok kimsenin hatta birçok milliyetçinin bile bilmediği bir özelliğini de kaleme almış Özbek İncebayraktar, onu da aktarayım:
İttihat ve Terakki’nin kudretli insanı, düşünce adamı, şair, yazar Ziya Gökalp; sağlam karakterli, namuslu bir kişiydi. İttihat Terakki liderleri Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa onun ağzının içine bakıyorlardı. İstese bir anda zengin olabilirdi. O büyük insan nasıl bir evde yaşıyordu biliyor musunuz? İstanbul Sultanahmet’te tek odalı, tek pencereli, iki tahta sandalyeli, halısız, kilimsiz, tam takır, kuru bakır, soğuk bir evde...
Behçet Kemal Çağlar, 1940’larda ikinci askerliğini Kars’ta yapmış. O yıllarda salgın olan tifüse yakalanmış. Kırk derece ateşle hastanede baygın yatıyormuş. 10 Kasım günü sabahı saat dokuzu beş geçe yatağından fırlayarak saygı duruşunda bulunduğunu hastanede görevli bir subay görüp anlatmış.
Akbaba’nın sahibi şair yazar Yusuf Ziya Ortaç, Tokatlıyan’da yemek yerken içeri Yahya Kemal giriyor. Yusuf Ziya masasına davet ediyor onu. Yemekten sonra Yahya Kemal garsondan bir kâse su istiyor. Takma dişlerini çıkarıp kâsede yıkamaya başlıyor. Yemek kırıntıları suyun yüzünde yüzmeye başlıyor. Gördüğü manzaradan midesi bulanan Yusuf Ziya, Yahya Kemal’e:
-Yahya Kemal, bunu yapmaya hakkın yok, diyerek masadan kalkıyor.
Son anı, yine Yahya Kemal’den olsun. Sıcak bir yaz günü Rumelihisarı dolaylarında dolaşırken yorulmuş şair. Bir bakkal dükkânının önündeki sandalyeye çöküvermiş. Bakkal:
-Buyurun bir şey mi alacaksınız? Diye sorunca
-Bir parça nefes alacağım, deyivermiş.