Duru’nun “ah”ı ne olacak?
Önsözünü yazdığı ve geçtiğimiz hafta piyasaya çıkan kitabım “Hançerdeki Parmak İzleri”ni Engin Alan’a kendi ellerimle verebilmek, yazım sürecindeki teşviki, taş duvarların, demir kapıların, parmaklıkların ardından enjekte ettiği moral, cesaret, azim ve kararlılığa teşekkür edebilmek için Adalet Bakanlığı’ndan Sincan vizesi bekliyordum;
1 gün, 2 gün, 3 gün, 4 gün, 5 gün, 6 gün, 7 gün...
Derken...
Adalet Bakanlığı’ndan benim Alan’a gidebilmemi sağlayacak izin değil ama -çok daha iyisi- Alan’ı ve “Türk Ordusu”nun öteki onurlu askerlerini bize getirecek o karar geldi:
- Balyoz Davası’nda adil yargılanma hakkı ihlal edildi!
* * *
AYM, -yeni bir saraydan hukuk kaçırma tiyatrosu yaşanmasın diye- kapısının önünde 45 gündür devam eden “Adalet Nöbeti” ni de bitiren kararında, ‘sahteliği kanıtlanmış dijital verilerin delil sayıldığı, tanıkların dinlenmediği, avukatların yaka-paça dışarı atıldığı, spor salonundan bozma mahkeme salonunda tepeden sarkıtılan ve heyet başkanının sık sık “kaydediyoruz haaa” diyerek bir baskı-tehdit aracı olarak kullanıldığı mikrofonların tacizi altında süren’, en nihayetinde “olmayan darbenin cezalandırılması” gibi bir garabet durumun vücut bulduğu “Balyoz Davası”nda TSK mensuplarının, haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin mağduru olduğuna hükmetti!
Bu kararın gereği; yeniden/dileriz ki “adil” biçimde yeniden yargılanabilmeleri...
* * *
Ve belki, bugün onlar son defa “tutsak” halde okuyorlar bu cümlelerimi...
Ya da aileleriyle çoktan kucaklaşmış olacaklar belki... Sevdiklerini öpüp koklamalara doyamıyor olacaklar, “göz aydın”ına gelen misafirlerini ağırlıyor olacaklar, arkasında sessiz gözyaşlarının döküldüğü pencereler açılacak -kaybettiklerini hatırladıkça ara ara burulan- kahkahalar yayılıyor olacak sokaklara, cezaevindeyken cenazeleri kaldırılan analarının, babalarının kabirlerine koşacaklar, -vardır illa- adaklarını yerine getiriyor olacaklar; velhasıl bugünün hengamesinde arada kaynayıp gidecek belki de bu sözcükler... Hiç okunmayacak.
Olsun;
Ben yine de her birine teşekkür etmek isterim!
Nasıl “Elif gibi” dimdik durulur; eğilmemek, bükülmemek, “eyvallah” etmemek ne demek; adında sembolleştirdiğin için teşekkür ederiz Engin Alan!
Bu kararın muhatabı değil ama; Balyoz sürecine dahil olduğu an itibarıyla Toros yaylalarındaki bir çoban çadırından “ordugah”a uzanan hikayenle, fikrinle, zikrinle “Türk Ordusu”na dair kronikleşmiş ön yargıları bertaraf ettiğin için teşekkür ederiz Yörük Ali Paşa!
Olgunluğun, ağırbaşlılığın; bir orkestra şefi gibi, cezaevlerinden yükselen feryatları, çığlıkları “tek ses” haline getirdiğin, darmadağın olmuş haleti ruhiyeleri “ortak imza”larda buluşturabildiğin için teşekkür ederiz Bilgin Balanlı!
Siz-biz yok; ordu-millet biriz, kanıtladığın için teşekkür ederiz Korkut Özarslan!
“Adam”lık başka türlü bir şey; teşekkür ederiz Ahmet Zeki Üçok!
Devlete gözünü kırpmadan ömür feda ettin ya; teşekkür ederiz Cemal Temizöz!
Bir solukta tümünü sıralamak zor ama; teşekkür ederim Yusuf Kelleli, Nihat Altunbulak, Süha Tanyeri, Yunus Nadi Erkut, Emin Küçükkılıç, Mustafa Yuvanç, Aykar Tekin, Murat Saka, Güllü Salkaya, Hakan Mehmet Köktürk ve bütün diğer susmayan, yılmadan anlatan mektup arkadaşlarım!
Tarihe düştüğünüz notlar için teşekkür ederiz Mustafa Önsel, Hüseyin Topuz, Murat Tulga, İkrami Özturan, Erdal Akyazan, Yusuf Afat, Ali Türkşen, Cem Gürdeniz, Semi Çetin, Ergun Saygun, Cengiz Köylü ve diğer “Balyoz Kütüphanesi” yazarları!..
Şükrü Sarıışık, Hakan Akkoç, Mustafa Koç, Hakan Sargın, Gökhan Çiloğlu, Erdinç Atik, Hüseyin Özçoban, İhsan Balabanlı, Engin Kılıç, Şafak Yürekli, Taner Balkış, Metin Yavuz Yalçın, Gürbüz Kaya; bulunamayan “1 numarası”ndan dış kapının dış mandalına kadar bu davaya bir şekilde iliştirilmiş adını sayamadığım, üniforması da alnı da lekesiz bütün Türk askerleri, “teslim olmadığınız” için teşekkür ederiz!
Teşekkür ederiz bir milleti fizik tedaviden geçirdiğiniz, omurga talimi yaptırdığınız için!
* * *
Peki şimdi ne olacak?
Lütfetmişler; tutuklu muvazzaf subaylar tahliye edilir edilmez derhal görevlerinin başına dönebilirmiş!
Rütbeleri, üniformaları, “ekmek paraları; çoluk çocuklarının rızıkları”, evleri, ocakları, aşları, “babalık hakları”na dahi kast ettiniz. Hapsettiniz. Zulmettiniz
Ve şimdi onları yine Afrika kıyılarına korsanların arasına, Orta Doğu’nun kaynayan limanlarına, cayır cayır Güneydoğu’ya gönderip;
Stratejik çukurdaki itibarımızı kurtar, indirilen bayrağımızı yeniden göndere çek; dalgalandır, kevgire dönen sınırlarımıza dadanan envai çeşit teröristi caydır diyeceksiniz ha!
Utanmadan!
Başka?
Hayatlarına o 4 yıllık uçurum hiç açılmamış gibi kaldığı yerden akıp gidecek mi her şey?
İnsanlığın neresinden zuhur ettiğini anlamadığımız pişkinliğiniz böyle devam edecek mi?
Evladınızın başını okşarken Duru gelmeyecek mi aklınıza; parmaklarınız titremeyecek mi? Hiç mi?
Hukukun kanı yerde mi kalacak; sizin de 90’ınıza gelmenizi mi bekleyecek bu millet “adalet”in “güya tecellisi”ni görmek için?