Dünyaya haykırma zamanı
19. Yüzyılın ikinci yarısında temelleri atılmış olsa da Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki kaotik durumun 1980’li yıllarda soğuk savaşın izlerini kaybettirmesiyle şekillendiği söylenebilir. Bu kapsamda Sovyetler sonrasında Azerbaycan ve Ermenistan dış politikasında farklı öncelikler dikkat çekmektedir. Ermenistan’ın sürdürdüğü dış politikaya bakıldığında ABD ile yakın, Rusya ile olabildiğince entegre ve temelde Türkiye karşıtlığını ön plana çıkaran hırçın-çatışmacı bir dış politika sergilediği; Azerbaycan’ın ise genel olarak dengeli bir dış politika sürdürürken dönemsel olarak ABD, Rusya ve Türkiye ile ilişkilere odaklandığı görülmektedir.
Bununla birlikte Sovyetlerin dağılmasıyla ortaya çıkan genç devletlerin ekonomik gelişme açısından en önemli hedefi Batı’dan gelebilecek kredi ve diğer imkanların harekete geçirilerek doğal kaynakların işlenmesi, yenileşmenin sağlanması ve dünyaya entegre olunmasıydı. Bu çerçevede her ülke jeopolitik ve stratejik açıdan “en önemli” olduğunu ileri sürüyordu zamanla bu ülkelerin bir kısmı (Azerbaycan bunlardan birisi) uluslararası sistemde belirli başarılar sağlarken bir kısmı küresel ve bölgesel mücadelelerin daha fazla etkisinde kalıyordu. Bu durum tarihi süreç içerisinde Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerinin Sovyetler Birliği’nin kuruluş, genişleme ve dağılma süreciyle ilişkilendirilmesini mümkün kılıyordu.
Nitekim Nursultan Nazarbayev 17 Ağustos 1991’de Bağımsız Devlet Topluluğu’nun istikrarı için Gorbaçov’a başvuruda bulunarak şöyle diyordu, “Azerbaycan Ermenistan arasındaki kanlı çatışma 4 yıldır sürmektedir. Bu problem kuvvet kullanma yöntemiyle çözülemez. Maalesef sadece diplomasi yolu kalmıştır. SSCB silahlı kuvvetlerinin oradaki bazı hizmetlerinin gereksiz olduğu kanaatindeyiz.” Nazarbayev’in o dönem bahsettiği kuvvetlerin 1989-1992 yılları arasında Ermenistan’ın Azerbaycan’a yönelik haksız saldırılarında kullanıldığı farklı kaynaklarca teyit edilebilir. Nazarbayev ayrıca aynı belgede “ara agayın” (ara bulucu) olmayı da teklif ediyordu. Ancak o sıralar Rus yöneticilerin önceliği Rusya Federasyonu’nun sınırları ve toprak bütünlüğünün sağlanmasıydı.
İşte o dönemde Ermenistan’ın Azerbaycan’a yönelik saldırıları bir insanlık suçuna dönüşüyor ve tarihler 26 Şubat 1992’yi gösterdiğinde Türk dünyasının yürek sızısı ‘Hocalı Soykırımı’ meydana geliyordu.
Hocalı’da ne oldu?
1991 yılında 12 bin nüfusu olan Hocalı, bölgenin en stratejik havaalanına sahipti. Hankenti şehrini işgal eden Ermeni kuvvetleri Karabağ’ın hakimiyetini ele geçirmek için Hocalı’ya yöneldiler. Kasabanın diğer bölgelerle irtibatını koparan Ermeniler savunma gücü iyice düşen Azerbaycan askerlerine Sovyet ordusuna ait top ve tanklarla saldırdılar. 26 Şubat’taki kanlı saldırılarda 106’sı kadın, 83’ü çocuk olmak üzere 613 kişi hayatını kaybetti. Yüzlerce kişi esir alındı. Ertesi gün dünyanın çeşitli ülkelerinde vahşetin fotoğraf ve görüntüleri yayınlandı. Bölgeye olaylardan hemen sonrasında ulaşan muhabirlerin ifadesiyle “kafa derisi soyulmuş, tırnakları sökülmüş, kulakları kesilmiş kişilerin olduğu” bilgisi paylaşıldı.
Türk Dünyası tanıyacak mı?
2012 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı’nın 51 üyesi Hocalı’daki olaylarla ilgili Soykırım ifadesini kullanma kararı aldı. Ayrıca bugüne kadar Kolombiya, Meksika ve Çek Cumhuriyeti, Hocalı’daki soykırımı tanıdılar. Bu konuda Türk Dünyası’na örnek teşkil edecek Türkiye ise geçtiğimiz yıl TBMM Dışişleri Komisyonunda “katliam” ifadesi geçen bir bildiri yayınladı. Ardından MHP Milletvekili Sinan Oğan tarafından “Hocalı Soykırımı”nın tanınmasını esas alan kanun teklifi AKP grubunun oylarıyla reddedildi.
Peki Türkiye bunu yapmazken Türk Dünyası’ndan Hocalı Soykırımı’nın tanınmasını beklemek ne ölçüde mümkün ve gerçekçidir?
O halde bu yıl bir kez olsun asgari müşterekte buluşulmalı ve Hocalı Soykırımı dünyaya haykırılmalıdır...