Dünyadan kopmamak
Türkiye içerisine girdiği kısır gündemi aşıp, dünyanın gündemine geri dönmek zorundadır. AB ve ABD, bilindiği gibi haziran ayında bir ticaret ve yatırım ortaklığı kurmaya karar verdiler. Bu iş bittiğinde dünyanın en büyük pazarının yatırım ve iş yapma iklimi yeniden tasarlanacak. Bu gelişmeyi sadece AB-ABD serbest ticaret anlaşması biçiminde ele almak yetersizdir. Çünkü olay ile yeni bir dünya şekillenmektedir.
2005 yılında ABD, Trans Pasifik Ticaret Ortaklığı’nı kurdu. Bu yıl Japonya’yı da eklediler. Şimdi AB ile serbest ticarete geçmek istiyorlar. Dünya milli gelirinin yaklaşık üçte ikisine eş bir yatırım ortamı ve iş yapma modeli ortaya çıkıyor, “yeni bir dünya şekilleniyor” derken anlatmaya çalıştığım bu gelişme. Çin’den yükselen sesi iyi duymak lazım: “Bizi bu işin dışında tutarak, büyümemizi baltalamak istiyorlar...”
Başbakan, Dışişleri Bakanı’nın sayesinde Türkiye’yi komşularıyla kavgalı hale getirirken, AB’den Sorumlu Bakan da Almanya ile köprüleri yıkıyor. Yaşadığımız tecrübeler Türkiye’nin içine kapandığı zaman dünyanın gerisinde kaldığıdır. Türkiye dengeli bir biçimde dışarıya açılmak zorundadır. Şimdi yapılacak iş dünya çapında bu gelişmeler olurken başımızı kaplumbağa gibi kabuğumuzun içine çekmek değil, kırmadan ve dökmeden dış ilişkilerimizi diriltmektir. AKP orduya karşı kendisini güçlendirirken, AB’yi kullanmış, hedeflerine ulaştıktan sonra, AB’yi kenara atmıştır. AKP’nin AB sürecine hiç inanmadığının son delili Taksim’deki gençlik hareketlerine karşı aldığı tavır ve yürüttüğü politikalardır. İktidar yurtta ve dünyada gün geçtikçe yalnız hale geliyor ve şu anda Türkiye’yi pusulasız kalmış bir gemi kaptanı gibi yönetiyor. Başbakanın sınır tanımayan hakaret dolu konuşmalarıyla kırmadığı, dökmediği hiçbir çevre kalmadı. Her olumsuz gelişmeden faiz lobisini sorumlu tutmak bir diğer yanlıştır. Unutmayalım ki, Hükümette bulunan iki önemli bakan faiz lobisiyle irtibatlı, onlara dayanan işlerini bırakarak hükümet üyesi oldular. Başbakan CNN Haber Kanalı’nın Bağdat’ın ABD tarafından bombalanmasından sonra en uzun yayını Taksim olayları için yaptığını görmedi. İngiliz Economist Dergisi yöneticilere önemli bir ihtarda bulundu, Taksim olaylarını kapağına taşıdı. Başbakan’ın tavrı ise bütün bunları yine faiz lobisine yıkmak oldu.
Hükümet yurda yayılan olayları iyi yönetemiyor. Bu gidişle geçen sene turizm gelirinden sağlanan 25,5 milyar doların bu sene yarıya inmesi kuvvetle muhtemeldir. Geçen sene 2,6 milyar dolarlık gayrimenkul satıldı. Bütün dünya ile kavgalı bir ülke haline geldiğimiz için, bu yıl gayrimenkul satışları da düşecektir demek yanlış olmaz.
Bütün bu gelişmeler akıl çizgisinin aşıldığını gösteriyor. Memleket sükunete, sevgiye ve birliğe muhtaçken Başbakan “Milli iradeye saygı” başlıklı mitinglerde ne yazık ki milli birliği yıpratıcı, yaralayıcı sözler söylüyor. Demokratik bir ülkede icranın başında bulunan kişi veya kişiler milletimizi oluşturan fertleri, inanç, ırk, renk ve cinsiyet ayırımına gitmeksizin “Allah’ın emaneti olarak” kucaklamak zorundadır. Çünkü yönetici için milleti oluşturan kitle, eğer Müslüman ise “dinde kardeşi”, başka bir inanca mensup ise “yaradılışta kardeşi”dir. Sorumlu yöneticinin görevi, bölmek, ayırmak, düşman kamplar yaratmak, nifak uyandırmak değil, şefkat ve sevgiyle birleştirmektir. Oysa yöneticilerimiz, tam aksi istikamette davranmaktadır.
Başbakan’ın gazetelere yansıyan şu sözlerine ne demeli? “... Biz sabırla, metanetle, itidalle direniriz. Ellerimizi semâya açıp duamızla Arafat’ta vakfemizle, namazda kıyamla direniriz... Onlar milyonlarca tweet atsınlar, bizim tek bir besmelemiz oyunları bozar. Onlar yaksınlar, yıksınlar, yağmalasınlar bizim bir tek ‘lâ havle’miz bütün tuzağı bozar...” Konuşmalar bu minval üzere sürüp gidiyor.
Kur’an’da sadece bugünkü Müslümanların değil, ezelden beri Yüce Allah’ın yarattığı bütün insanların ortak değeri olarak gösterilen “BESMELE”, Başbakan tarafından nasıl oluyor da sadece kendisine ve adamlarına mahsus kılınabiliyor? Ülkemizin güzel insanları arasında Başbakan’ın kullarından başka kul yok mu? Başbakan’ın ifadesiyle %50’nin dışındakilerin “BESMELE” çekme hakkı yok mu? Onların çekecekleri “BESMELE”, Allah katında geçersiz mi? Bu şekildeki bir ayırım, Allah muhafaza, insanı doğrudan şirke götürür. Kimin inancının, ya da “BESMELE”sinin daha değerli ve geçerli olduğunu sadece Allah bilir.
Bütün bu tespitlerin ışığında Türkiye’yi dünyadaki gelişmelerden kopararak, Suudi Arabistan çizgisinde bir anlayışa çekmek isteyen gayretler son bulsun diyorum. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, devleti kuran iradenin felsefesi, hepimize rehber olmalıdır. Başka arayışların sonu sadece hicran ve hüsrandır.