Dün kültürel haklar, bugün demokratik özerklik, yarın demokratik bağımsı
Türkiye’nin, mevcut iktidarın bu zihniyetiyle yarınlara bir ve bütün olarak girmesi mümkün değildir. Çünkü ülke göz göre göre ve adım adım bölünmeye gidiyor. Durum son derece ciddi ve vahimdir. Toplumu bir ve bütün olarak yönetmekle sorumlu makamlarda oturanlar ise her fırsatı kullanarak toplumu bölmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Ülkenin tepesindeki yetkililer etnisite ile ağzını açıyor, mezheple kapatıyor. Şu kadar “etnik grup var”, etnisitesinden ya da mezhebinden dolayı gruplara şu kadar “kötülük yapıldı” söylemlerini barış ve kardeşliği sağlamakla görevli olanlar söylüyor. Bu söylemlerin kin, nefret ve intikam duygusundan başka bir işe yaramadığını bunu söyleyenlerin bilmemesi mümkün değildir.
Başbakan “Dersim’i CHP bombaladı” diyebiliyor. Demek ki Türkiye’nin Başbakanına göre silahlı isyancıları bastırmak suç. Dersim’i ya da Kandil’i bombalayanın CHP ya da AKP değil Türkiye Cumhuriyeti devleti olduğunu herkesten daha çok Başbakanın bilmesi gerekmez mi? Kaldı ki devlette süreklilik esastır. Herhalde geçmişin yaralarını kaşımanın, geçmişten husumet çıkarmanın toplumun birliği ve bütünlüğüne bir katkısı olmaz.
Türkiye’nin aşamalı bir biçimde bölünmeye razı edilmeye zorlandığı ortadadır. İktidar ise olan bitene karşı çıkmak bir yana adeta çanak tutuyor. Bölücü ekip meydana gelen her olayı “Kürt Sorunu”na bağlayıp, çözümün de çözülmeden geçtiğini savunuyor. Etnikçi, kafatasçı ve ırkçı BDP’liler ağızlarını her açtıklarında insan zekâsıyla alay eder gibi bir de “demokrasi”den söz ediyorlar. “Dilimizi tanıdınız, sıra topraklarımızı tanımaya gelecek!”, “Bir gün kendi anayasamızı yazacağız!”, “Yeni anayasa -özerk Kürdistan” vs. söylemlerini dillerinden düşürmüyorlar. Sıkışınca da “biz ayrılmak, bölünmek istemiyoruz, bütün bunlar paranoya” deyip işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlar. Niyet belli, yöntem ortada, yapılanlar milletin gözü önünde gerçekleştiriliyor.
Özerkliğe kapı açılması!
Sorulması gereken, bölücülerin bu cesareti nereden aldıklarıdır. Uluslararası servislerin yönlendirmelerinin yanında iktidarın “Kürt açılımı” projesinin de bölücü taleplerin artmasında büyük etkisi olmuştur. AKP iktidarı her tarafı tartışmaya açık “demokratik açılım” projesini devreye sokunca, Kandil/BDP/PKK ikilisi de yol haritalarını ve çözüm önerilerini devreye soktular. Televizyonlar, gazeteler, siyaset arenası Kürtçüler ve dalkavuklar tarafından işgal edilince, bölücüler cüret kazandılar. Siyasi konjonktürü kullanarak bölücülüğü kurumsallaştırdılar. Bugün Türkiye’de bölücülerden daha çok onların taşeronluğunu ve dalkavukluğunu yapanlar var. Ülkenin medyasının, siyaset dünyasının ve STK’larının kahir ekseriyeti, yirmi dört saat bölücü taleplerini dillendirmektedir
Öcalan Türkiye’nin gündemini belirliyor!
Diğer yandan İmralı’da tutuklu bulunan bir adamın Türkiye’nin gündemini belirlemesine izin veriliyor. Öcalan, yalnız Türkiye’nin gündemini belirlemiyor, aynı zamanda Türkiye’yi tehdit de ediyor. Ayrıca Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’u DTK’nın başına atıyor. Terör örgütüne “eylemsizlik” kararı aldırtıyor ya da eylem talimatı veriyor. Adam doğal devlet başkanı gibi hareket ediyor. Öyle anlaşılıyor ki birileri Öcalan’ın böyle davranmasını istiyor ya da planlıyor. Hiçbir demokratik devlet bir terörist başının hapishanede toplum lideri gibi hareket etmesine izin veremez!
Terörizmin başı olan Öcalan’ı susturamayan ya da engelleyemeyen bir iktidarın ya da devletin terörle mücadele ettiğini söylemesi gülünçtür.
BDP ve Öcalan’ın talep ettiği demokratik özerkliğin bağımsız bir Kürt devletinin son aşaması olduğunu görmemek için sadece kör değil aynı zamanda ahmak olmak gerekir. Öcalan demokratik özerklikten, eğitimi, dini örgütlenmesini, meclisini, belediyelerini kendi yapan, savunma gücü olan, ayrı bayrağı bulunan güçlendirilmiş bir yerel/özerk yönetimi kast ediyor. İşte böyle bir siyasi yapının adına devlet denir. Dün kültürel talepler vardı. Bugün demokratik özerklik talepleri var. Ya yarın?