Dün Erdoğan beni çok endişelendirdi!

Endişelendiğimi dün sabah mesaiye başladığımızda fark ettim.
Sayın Başbakanın Rahmetli Ahmet Kabaklı’nın, “Türk Edebiyatı” için, “Yastık altı kitabımdı” dediğini gazetelerden okuyunca, endişelendim.
Üst üste konulduğunda erişkin bir insanın dizlerine kadar gelen kitapları Sayın Erdoğan niçin yastık altında tutuyordu, bir türlü çözemedim. Kastettiği, “Başucu kitabımdı” demek idiyse, eh, biraz anlaşılabilir ama yine de Başbakanımızın “kastettiğini doğru ifade edememe” gibi bir durumuyla karşı karşıyaydık. Yani endişelenmekte haksız değildik.
Kulağımız televizyonun sabah haberlerinde, günlük gazetelere göz gezdirmeye devam ederken yine Sayın Başbakanımızın Ordu’da katıldığı bir toplantıda, “Bizim siyasetimizde korku, korkutma yok” satırlarını okuyunca endişem bir kat daha arttı. Daha iki gün önce Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yaşayan soydaşlarımızı korkutmamış mıydı? “Besleme” diye azarlamak, korkutmak değil miydi? Üstelik o bunu hep yapıyordu.
Gazete patronlarını aleyhinde yazan kalemlerin üzerine, “Köşe yazarlarının parasını sen vermiyor musun? Dükkân senin değil mi?” diye çullandıran o değil miydi? Emin Çölaşan’ı Hürriyet’ten, Bekir Coşkun’u Hürriyet ve Haber Türk’ten “Erdoğan korkusu” kovdurtmamış mıydı? Yine Sayın Erdoğan değil miydi kendisini protesto eden ilkokul öğrencisinin boğazına yapışan ve yine kendileri değiller miydi Galatasaraylıları, “Koskoca stat yaptık, utanmadan ıslık çalıyorsunuz!” diye korkutmaya çalışan!
Tamam, biz bu korkuyla yaşamaya alıştık, alıştırıldık, bizim endişemiz, Sayın Başbakanın hem korkutup hem korkutmuyorum demesinden, yani unutkanlığından... Unutkan bir başbakan tarafından yönetilmekten endişeleniyoruz. Hatırlarsınız bir ara Ofer’i tanımıyorum demişti, ardından Ofer’le görüştüğü ortaya çıkmıştı. İlk seçimlere girerken de, “Milletvekili dokunulmazlıklarını kürsü ile sınırlandıracağım” demiş, bir daha o konuya hiç dönmemişti. Biz bu tür unutkanlıkları işine öyle geldiği için, yani, İnönü’nün sağırlığı türünden bir unutkanlık sanıyorduk, herhalde öyle değilmiş.
Biz böyle endişeler içersindeyken televizyonlara alt yazılar halinde ODA TV’nin ve Soner Yalçın’ın evinin eş zamanlı olarak basıldığı haberleri düşmeye başladı. Yine bir “korkutma” olayı ile mi karşı karşıyayız duygusuna kapıldım. Çünkü bir iki saat önce ODA TV’de, “Bu görüntüler Ergenekon Davasının kaderini değiştirecek” başlıklı çok ilginç bir haber okumuştum. Öğrendik ki, o site ve sahibi Soner Yalçın’ın evi tam da bu habere ait görüntüler üzerine basılmış. Tama, olabilir..
Olabilir de, neredeyse iki elin parmakları kadar gazete ve televizyon aynı dava ile ilgili, askeri hedef gösteren yüzlerce iddia ortaya attı, sonra bu iddialar Ergenekon savcıları tarafından “suç delili” diye dosyalara kondu, tutuklu subayların telefonlarına suç örgütü yöneticilerinin telefonlarındaki numaralar yüklendi ve nice “sehven” işler yapıldı, o cenahtan bir tek gazetenin bürosuna, bir tek televizyonun haber merkezine tek bir polis, tek bir savcı uğramadı..
Şimdi ben korkmayayım da kimler korksun, ben endişelenmeyeyim de kimler endişelensin?..
Tabi denilecek ki, “Bunda korkacak bir şey yok, hukuktur bu hukuk” tamam, gözünü sevdiğimin hukuku nasıl oluyor da hep iktidar karşıtı insanların ev ve işyerlerinde bir ruh gibi dolaşıyor, Deniz Feneri misâli mekanlara “Yayın Yasağı” kostümü içinde bayramdaaan bayrama uğruyor? Son bir not...
Kendisi ve partisine laf söyleyene anında haddini bildiren Sayın Başbakan ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi Eric Edelman’ın, “ABD, AKP’yi çok şımarttı, Washington AKP hükümetini şımartmaktan vazgeçmeli” sözlerine ağzını bile açmadı; mümkün değil,kendisini çok iyi tanıyoruz, mutlaka bir şeyler söylemesi gerekirdi. Herhalde unuttu..
Gel de endişelenme...
Bu kadar unutkanlık hiç de hayra âlamet değil, inanın..

Yazarın Diğer Yazıları