Düğümler kördüğüm olmasın
Türkiye düğümlerin kördüğüm olma riski taşıdığı bir buhran döneminin içindedir. Uğradığı darbeler, adaleti güvenilmez kılmıştır. Kurumların güvenliği kalmamıştır. 2200 yıllık tarihi geçmişi olan TSK'ya komutan yetiştiren okullar kapatılmış, kurmay subay yetiştirme düşünülmemiş, kurmaysız bir ordunun nasıl savaşacağı hesaplanmamıştır. Bu ve benzeri tehlikeli gelişmeler Türkiye'yi içeride güven duygusunun kaybolduğu bir ülke haline getirmiştir. Yurt dışında ise kavga etmediğimiz S.Arabistan ve Katar'ın dışında hemen hiç bir ülke kalmamıştır.
Dünyada bazı hesaplara göre 500 milyar doların, kimi hesaplara göre ise 1 trilyon doların üzerinde bir para yatırım fonlarının elindedir. Ne yazık ki Türkiye henüz bu fonların gündeminde değildir. Türkiye'ye yabancı sermaye gelmiyor. Yabancı sermayenin beklediği bazı belirsizliklerin ortadan kalkması henüz başarılamadı. Çok iyi bilindiği gibi demokrasi ve hukuk devleti olma yolunda vereceğiniz güven yabancı sermaye girişini hızlandıran temel unsur olacaktır.
Sanayi büyütülmeli
Diğer taraftan yerli sanayiyi geliştirmek çok önemlidir. Türkiye yerli sanayinin rekabet gücünü geliştirecek tedbirleri ihmal etmemeli, beşeri sermayesini ve finans kaynaklarını harekete geçirirken dengeleri dikkatle takip edip doğru yönlendirilmelidir. Bu noktada borçlanılan kaynakların verimli ve gelecekte ülke ekonomisine güç kazandırabilecek alanlara yatırılması öncelikli olmalıdır. Gayrimenkul sektörü bir çok diğer sektöre girdi sağlar. Ancak kaynakların önemli bir kısmını sanayi yerine gayrimenkul sektörüne kaydırmak Türkiye'nin geleceği açısından yanlış olmuştur. Burada kaynak planlaması yapmamış olmanın bedelini ağır bir biçimde ödüyoruz. Gayrimenkul sektörü kapasite yaratarak bize ihracat potansiyeli getirmiyor. Bunun tek yolu sanayiyi büyütmekten geçiyor. Sanayiyi büyütmek de teknolojiyi geliştirmekle sağlanabilir. Her zaman ifade ettiğim gibi işgücü ve kaynak planlamasından habersiz bir ekonomi politikasıyla kalıcı başarılara ulaşmak mümkün değildir.
Türkiye, BM insani gelişim endeksinde 72. sıradadır. Dünyanın 18. büyük ekonomisiyiz. Ancak üretim ve millî gelir artışı sosyal sınıf ve zümrelere adaletli bir biçimde yansımıyor. Emeğin payı her geçen gün azalıyor. Türkiye'nin de üyesi olduğu Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı'na (OECD), üye ülkelerin bir çoğunda gelir eşitsizliğinin son 30 yılın en yüksek rakamına ulaştığını açıkladı. Türkiye %28,5 yoksulluk oranıyla 34 OECD ülkesinin önüne geçti. Ülkemizde en yoksul %10'nun millî gelirden aldığı pay sadece %2,1 iken en zengin %10'nun aldığı pay %31;7'dir. Bu oran Meksika'da %36,7, Şili'de %40,9'dur. Türkiye bu iki ülkeyle birlikte gelir dağılımının en kötü olduğu üç ülke arasında. Ülkemizde en zengin %10 ile en yoksul %10 arasındaki gelir oranı 15,2'dir.
Türkiye'de büyük bir vergi adaletsizliği var. Vergiyi dolaylı vergi olarak, ÖTV adı altında geniş, fakir halk kesimi ödüyor. Devlet, kazancı vergilendiremiyor. Vergi yükünün gelire oranı emekli kesimler aleyhine artıyor. AB'de dolaylı vergilerin genel oranı %27 dir. Türkiye'de bu oran %70 seviyesine dayanmış durumda. Nimet/külfet dengesi kalmamıştır.
Kitap fakiriyiz
Öte yandan halâ kitaptan KDV alan bir memleket olarak kütüphanelerimizin yok hükmünde sayılabileceğini söyleyelim. Bütün üniversitelerimizdeki toplam kitap sayısı Harward Üniversitesi kütüphanesindeki kitap sayısı kadar değil.
14. yüzyılda Sorbonne'de 2000 el yazması 15.yüzyılda Vatikan kütüphanesinde 2257 eser vardı. Aynı tarihlerde Türk İslam dünyasının kültür şehirlerinde 80.000 ve 100.000 ciltlik kütüphaneler bulunuyordu. Bu yapı Rönesans'tan sonra aleyhimize olmak üzere değişti.(Prof. Kemal Üçüncü)
Uygarlık tarihinin ortaya koyduğu gerçek şudur; Bütün zamanlarda bilgi=güç ve iktidara giden adımdır. Günümüzde de ülkelerin üretim, refah, inovasyon ve rekabet gücünü bilgi üretimi tayin ediyor. Türkiye işte tam bu noktada yeni bir eğitim anlayışına muhtaçtır. Bu anlayışta; bilgi hafızlığı olmayacaktır. Karşılaştığı meseleleri kafa sallamadan tenkitçi, akla dayalı bir üslupla ele alıp "Neden ve Nasıl?" sorularıyla sorgulayan, bu bilinçle konuları ele alan ilmi, bağımsız, fırsat eşitliğine dayalı bir eğitim anlayışına hemen geçmemiz lazım. MEB bu ihtiyacı kavramaktan çok uzak. Öğrencilerimize doğru dürüst bir ders kitabı bile veremiyoruz. Bütün kitaplar yanlışlarla dolu. Bütün bilgileri ezberleyerek ancak bilgi hafızları yetiştirebiliriz. Üretken olamayız. Türkiye'nin temel meselesi budur. Bu mesele çözülmeden adam yetiştirmek mümkün değildir. Yetişmiş adamlarınız olmadan kalkınmayı sağlayamazsınız. Türkiye'yi içerisine girdiği bu adaletten mahrum, dengesiz labirentten, ancak yaşanmış tecrübeleri değerlendiren, milli kültür ve heyecana dayalı Türkiye'yi kucaklayan bir plan kurtarabilir.