Düdüklü tencere kafalı

Aklı öylesine efsunlanmış ki, onun geleceği için de çarpıştığımı ve direndiğimi göremiyor... Haçlının önünde el pençe divan duranı, el etek öpeni “müslüman” zannediyor!

’Bidon kafalı’ değilim ama bidon kafalılarla bir arada yaşaya yaşaya ’düdüklü tencere kafalı’ oldum. Artık tahammül edemiyorum ülkemizin onurunun ayaklar altına alınmasına! Kan beynime sıçrıyor, sinir kat sayılarım artıyor! Bu nasıl bir gaflettir böyle! Hiç yakışmıyor Mustafa Kemal’in askerlerine bu uyuşukluk!
Birileri kızıyor ’ampul İzmir’de denize döküldü’ deyince. Hemencecik üstlerine alınıveriyorlar! Bidon kafalı olduklarından anlatımdaki ince imayı bile göremiyorlar! “Ey güzel bidon kafalı kardeşim, denize döktüğüm sen değilsin ki, seni çirkin emellerine alet eden zihniyeti denize döktüm ben” demek istiyorsunuz... Ama kelimeler boğazınızda düğümleniyor. Çünkü bunu da anlamayacağını düşünüyorsunuz!
Aklı öylesine efsunlanmış ki, niye oy verdiğini bile bilmiyor! Halbuki sadece kendi geleceğim için değil onun geleceği için de çarpıştığımı ve direndiğimi göremiyor!
Aklı öylesine efsunlanmış ki, haçlının önünde el pençe divan duranı, el etek öpeni “Müslüman” zannediyor!
Ah benim güzel, saf, tertemiz insanım ne zaman akıllanacak acaba? Tepemize bombalar yağarken mi? Yoksa düşmanlarımız el birliğiyle türlü rezaleti Anadolu’da bize yaşatırken mi?
Elbette umutsuz değilim! Gücümü en başta Atatürk’ten daha sonra Kür Şad’dan ve Fatih’ten ve Yavuz’dan ve de Kanuni’yle birlikte adını anmadığım nice Türk generalinden almaktayım! Onların her birinin ruhu benimle! Tanrı Dağları’ndan iner aramıza karışırlar günü gelince ve bir kez daha yol gösterirler bize!
* Güneyhan Rüzgar


++++++

Bütün bunlar şart mıydı?
Ankara’da elimizi şakağımıza koyduk, Obama’yı dinledik.
Obama önerilerde bulundu. Büyükada’daki eski Rum Ortodoks papaz okulu’nun açılmasını rica etti.
Cesurdu, her şeyden söz edebilecek kadar arkası kalındı. El sıkışmak isteyen milletvekilleri yüzünden salondan zor çıkabildi...
Milletvekillerinden birinin kendi seçim bölgesine özerklik isteyen mektubu Obama’nın cebindeydi.
Onun ona mektup vermesi şart mıydı?
Ana Muhalefet Partisi Başkanı Obama’ya Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı romanını armağan etmişti.
Onun ona kitap armağan etmesi şart mıydı?
Dışarıda yağmur yağıyordu ve protestolara katılan genç bir adamın -yediği polis copundan- kaşı kanıyordu...
Yer, gök güvenlik, yollar boş, sokaklar polis doluydu.
Emniyet gerekliydi, bir meczup çıkabilirdi.
Polisin genci dövmesi şart mıydı?
Televizyonlarda bütün ahkamkeserler yorumlarında Obama’yı alkışlıyorlardı.
Obama ABD Başkanı olduktan sonra ilk kez bir yabancı ülkenin meclisinde,Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşmuştu.
Medeniyetler İttifakı toplantısında da İstanbul’da konuşacaktı.
Orada da ders verir şekilde değil, kibarca ve ciddiyetle önerilerde bulunacaktı.
Küresel sömürgenlerin güzel adamı Obama’nın önerilerini uygulamak şart mıydı?
* Cumhur Utku

++++++


İnanmam...
“Kaç yıl yaktın ülkünün ocağını,
Şimdi ‘üşüyorum’ deme,
İnanmam.
Tabutlarla büyüttüğün kucağını,
‘Toprakla örüyorum’ deme,
İnanmam...
Şimdi kavuştuğun Başbuğunu,
‘Hiç özlemedim’ deme,
İnanmam..
* Murat Cansev


++++++

Nasıl barış...
Ermeniye kapıyı açarken,
Can Azerbaycan’dan olmak...
Karadağ’da kan ağlarken,
Sınırda şölen yapmak...
Bu nasıl barıştır ki;
Bir millet iki devlet
Kucaklaşmasını
Sonsuza dek kapatmak...
* Turan Kırılmazoğlu / İstanbul


++++++

Muazzez ilmiye ÇIĞ’dan Engin Ardıç’a mektup:
Gelip alnımı karışlasın!

Engin Ardıç, yazdıklarının doğru olmadığını söyleyenlerin alnını karışlayacakmış. Gelsin alnımı karışlasın!
Bu şahıs ya tarih okumuyor ya da okuyor ama okuduklarını bilerek çarpıtıyor!..
Atatürk’ün pasaportu yokmuş...
Nasıl olur! İstanbul’dan Samsun’a gidebilmek için İngilizler pasaport vermemişler miydi? Hatta, atının bile pasaportu vardı! Atatürk ülkeyi düşmanlardan temizledi. Yoksa vatanımıza pasaportla gidilecekti; eğer elimizde bir parçası kalabilseydi!.
Anadolu’yu şehir şehir dolaşmaya kalkmış. Onun yerine uçağa binip Atina’ya gitmeli, eski düşmanını kucaklamalı imiş! Bu kadar hayasızlık olamaz! Eğer Atatürk bütün sıkıntılara katlanarak o donuk toplumu canlandırarak ülkemizi düşmanlardan temizlemeseydi, bu beyefendi böyle İstanbul’da oturup ağzına geleni de yazamazdı! Atatürk uçağa binip Yunan dostlarının elini sıkmadı; ama, asker pilot olarak yetişen Sabiha Gökçen’i tek başına uçakla Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya’ya gönderdiğinde, o ülkelerdeki insanlar sokaklara dökülerek onu karşıladılar ve ayrıca devlet misafiri olarak büyük bir törenle ağırladılar.
Atatürk, Milletler Cemiyeti’ne gidip kendini göstermemiş. O, Milletler Cemiyeti’ne gitmedi; gidip boy göstermesine gerek kalmadan şartlarımız kabul edildi.
Anadolu şehirlerine geliş günleri neden büyük olay gibi pazarlanıyormuş! Hitler, Mussolini, Stalin’in Stuttgart’a Venedik’e, Odessa’ya gidişinin bilmem kaçıncı yıl dönümü kutlamaları var mıymış? Bunlar, devletlerinin tarihine büyük kara lekelerle girdiler. Atatürk ise, düşmanı sürüp çıkardığı şehirlere ayağını bastığında, O’nu büyük şenliklerle karşılamıştı halk...
Beyaz Saray’a, Moskova’ya, Fransa’ya giderek barış görüşmeleri gibi hatıralar bırakmamış. Oralara giderek kimsenin k.çını yalamak istemedi. Atatürk için hem kendi onuru hem devletinin onuru her seyden üstündü.
Bu adam hiç tarih okumamış! Mustafa Kemal Sofya’da yan gelip yatacağı, kadınlarla zevk edeceği yerde, askerlikten uzaklaştırılmak için gönderildiği o yerden gönüllü olarak Çanakkale’ye giderek ateşin içine attı kendini.
Bu gazeteci beyefendiye, dinimizin öngördüğü gibi namuslu olmasını, kendisine bugünkü durumunu kazandıran Atatürk’ü -kim bilir hangi yararları uğruna- utanmadan küçülteceğim diye tarihi kendine göre uydurmamasını, gençlere kötü örnek olmamasını tavsiye ederim. Bunu ne Allah ne de Peygamberimiz onaylar. İsterse gelsin benim alnımı karışlasın; ama korkarım eli yanar!!!
(Çığ’ın açık mektubunu bizimle paylaşan: Serdar Orhaner)


++++++

Kilit ve maymuncuk!
1999 yılında Türkiye’ye gelen ABD Başkanı Bill Clinton , “20.Yüzyılın ilk 50 yılı Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasının paylaşılmasının yol açtığı değişiklikler ile geçti, 21. Yüzyılın ilk 50 yılında da Türkiye kilit ülke olacaktir.” demişti.
Türkiye kilit, Obama da anahtar ise vay Türkiye’nin haline....!
* Nermin Irmak


++++++

Obama tebliğnamesi:
Ermeni Soykırımını tanı.
Ermenistan sınırını aç.
Afganistan’a ve bölgeye daha fazla Türk askeri yerleştir.
Heybeliada Ruhban Okulu’nu aç.
Irak’tan çekilirken Türkiye’yi ayak yolu yapacağım bil.
Büyük Ortadogu Projesi, Bush zamanında neyse aynıdır!
Pakistan-Afganistan sorunu büyük, ne halt edersek destek çık.
Hristiyan ulusumla (ABD), siz (Müslüman Türkiye) bir araya gelin, halkları daha çok ezmek için bize destek çık.
Alkışlar alkışlar...
Bizim yüce meclis, muhalefet dahil ordu komutanları balkonda ayakta alkışlıyor!
* Bilge Kaçar


++++++

Çok kolay oldu
Türk askerinin başına çuval geçirenlere sesini çıkaramayan, şehit Mehmetçiğin kanıyla beslenen Talabani ve Barzani’nin dizinin dibinden ayrılmayanlar, Sarkozy’nin ayağına gidip Akdeniz Birliği toplantısına katılanlar, Avrupa Topluluğu’na gireceğiz diyerek taviz üstüne taviz verenler, Azeri kardeşlerimizi Hocalı’da katleden, soykırım iddialarından vazgeçmeyeceğini bildiğimiz Ermenilere sınırlarımızı açmaya hazırlanıyorlar.
Nasıl olsa Rasmussen’i veto edemeyeceklerdi.
Sayın Erdoğan neden burada “one minute” diyemedi?
Çünkü NATO zirvesi bütün dünya liderlerinin katılarak önemli kararlar alınacağı bir dünya zirvesiydi. Davos ise seçimler öncesi kuru sıkı atılabilecek bir şov arenasından başka bir şey değildi.
Rasmussen bile bu kadar kolay olacağını tahmin etmemiştir.
* Oğuz Tanrıkulu


++++++

Yandaş medya ve ROJ tivi !..
Yeni Şafak’ta yazıları yayınlanan Koray Düzgören diye bir gazeteci var. En son yazısı 16 Mayıs 2008 günü yayınlanmış. “Denetimsizliğin Dayanılmaz Keyfi” diye. Bu şahıs şimdi Roj TV’de program yapıyor. Hatta, Yeni Şafak yazarı iken, aynı zamanda Roj TV’ye de çıktığını biliyoruz. Peki, Düzgören için AKP medyası tek satır bir şey yazdı mı acaba ?
Roj TV’ye DTP’li bütün yöneticler rahatlıkla katılabiliyor. Roj TV muhabirleri, elini kolunu sallayıp halkın için içinde röportaj yapabiliyor.
Danimarka’ya Roj TV’yi himaye etti diye kızıyoruz. Peki söyler misiniz Roj TV muhabirleri nasıl Güneydoğu Anadolu’da cirit atabiliyor ?
Danimarka’ya kızalım kızmasına ama, önce bu bölücü televizyonun yurt içinde cirit atmasına engel olalım.
Diğer bir merakım şu. DTP’liler, artık PKK’lı olduklarını hiç saklamıyorlar bile. DTP Başkanı Ahmet Türk “Çözüm için PKK ve Abdullah Öcalan muhatap alınmalı” diyebiliyor. Bu insanlar hala TBMM çatısına nasıl girebiliyor? Yandaş medya, sanki suçmuş gibi sürekli Ulusalcılar deyip duruyor. Bölücüğe karşı çıkmak bu ülkede suç mudur? PKK ile canı pahasına savaşan kahraman subaylarımızı hedef alırken, PKK yandaşlarını görmezlikten gelmek kime yarar getirir?
Bu soruların yanıtını özellikle, hoşgörü masalı okuyanlardan bekliyorum !...
* Suavi Özyiğit / İzmir


++++++

MİNİ YORUM
Zeka ve ahlak meselesi

Medyanın Obama rüzgarı estirirken toplumun “aklına” hakaret edip etmediğini sorguladığımız “Bidon kafalı mısınız?” yazısının sonunda Genel Yayın Yönetmenlerine IQ testi yapılması gerektiğini yazıp pediatristlere çağrıda bulunmuştuk. Psikolog okurumuz Ulaş Aracı, konunun kendi uzmanlık alanlarına girdiğini hatırlatarak şunları yazmış: “IQ sıfır” teorik bir sıfırdır. Zeka ile ahlak-akıl arasında ne yazık ki yüksek bir korelasyon bulunmamaktadır. Yani zeki olmak aynı zamanda ahlaklı ya da akıllı olabilmeyi sağlamaz. Bu hali ile IQ’dan olmasa da ahlak ve akıl bilgisinden şahısların sınıfta kalacağını tahmin etmek pek de müneccimlik olmasa gerek.

Yazarın Diğer Yazıları