Düdük çalıcılığa talip oldu
Yenişafak’ın çift kimlikli yazarı, “düdük çalıcı” diye tanımladığı ‘yüzsüz ihbarcı’ya akıl verdi : Bu işler mektupla olmaz. Ülkemizde ifşaat ve deşifre konusunda uzman, güvenilir gazeteciler var, onları kullan!
Teknoloji geldi mertlik(!) bozuldu.
Ne tetikçiliğin tadı tuzu kaldı, ne hedef göstermenin...
Ne bilgi ve belge toplayıcılığı, arşivcilik kıymet görüyor artık, ne araştırmacı gazetecilik...
Yasemin Çongar ve Cengiz Çandar daha geçenlerde itiraf etti işte “Haber dediğin şey araştırılarak bulunmaz, biri sana verir sen de yayınlarsın...”
Medya sektörünü hızla etkisi altına alan bu yeni “gazetecilikçilik” rüzgarı Yenişafak’ın çift kimlikli yazarını fena çarpmışa benziyor. Cereyanda kaldı zahir...
Hemen her gazetenin e-posta kutusuna yağmur gibi “bomba haber” yağdığı ortamda fark yaratamamanın, adını yaldızlı harflerle manşetlere yazdıramamanın, “Fehmi Koru’nun verdiği bilgiye göre...” diye başlayan haber ve yorumlara referans olamamanın sıkıntısıyla kurdeşen döktü dökecek...
En fenası, tövbe hâşa ama bir nevi tanrı gibi görmeden, duymadan, dokunmadan yalnızca gönderdiği ve “vahiy” gibi tebliğ edilen “ihbar mektupları”na dayanarak “varlığına inanılan”, “yüzsüz ihbarcı”yla temasa geçmek için mecburen onun kendilerine ulaştığı yol olan “medya servisi”nden başka seçenek yok...
Fehmi Koru da bir nevi
“ihbarcının kulu ve elçisi” olabilmek için işe “kutsama ayini” ile başladı.
Önceki günkü yazısında, kamuoyunda “birinin maşası, kuklası, dalkavuğu...” olmak gibi ilkesizlikler için kullanılan “düdük çalıcılık” tanımının, İngilizce ’whisleblower’dan çeviri olduğunu vurgulayarak, orijinal kullanımının ’ilk uyaran’, ’içeriden bilgi sızdırarak yanlışı duyuran’anlamına geldiğini, yermek değil, övmek için kullanıldığını izah etti. Sonra da bizim “yüzsüz ihbarcı” diye burun kıvırdığımız “ilahi adalet ikonu”nun aslında saygıdeğer bir “düdükçalıcı” olarak anılması gerektiğini öğretti hepimize...
Köstebeklik makamını böylece tanrısallaştırdıktan sonra, dünkü yazısında maksadı hasıl oldu; tahmin ettiğimiz gibi sebebi- kutsayışları “yüzsüz ihbarcı” pardon “düdük çalıcının elçisi” olmak içinmiş.
Verdiği akıllara bakın hele:
“Anonim’ kalmak isteyen bir ’düdük çalıcı’ için ’mektup’ yöntemini kullanmak yanlış bir tercih: Başkaları da kendi yazdıkları kafa karıştırıcı senaryoları mektup biçimine sokup, sanki ’ıslak imza muhbiri’imiş gibi yetkililere gönderebilir... Doğru yöntem, ’ıslak imza muhbiri’nin, yetkililer ve kamuoyuyla kendi arasında ’güvenilir aracı’ görevini yapabilecek kişiler bulmasıdır. İfşaatlar ve deşifreler için güvenilebilecek gazeteciler ülkemizde de var.”
Tam “Gel gör beni beni...” serenadı...
Koru’nun, İngilizlerin tabiriyle “düdük çalıcı”nın, Türklerin tabiriyle “düdüğünü çalmak” istediği sonucunu çıkarmak mümkün yukarıdaki satırlardan....
Bir nevi “kar ortaklığı” teklifi de diyebiliriz... Biri yazacak, biri oynayacak...
++++++
Alay eder gibi: 10 Kasım Kürtçülük günü
10 Kasım, millete unutturmaya çalışıp da bir türlü unutturamadıkları Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümü. Her 10 Kasım günü Türk Milleti Atatürk’ü sevgi ve saygıyla anar, onun ruhuna dualar okur.
Şimdi Tayyip iktidarının yeni bir planı,
ince bir taktiği ile karşı karşıyayız. Milletimize “Demokratik açılım” adı altında yutturmaya kalkıştıkları Kürtçülük açılımı masalını TBMM’de önümüzdeki Salı günü, yani 10 Kasım günü görüşmeye karar verdiler. Gündem Atatürk’ten Kürtçülüğe
kayacak.
İnce işler, ince hesaplar bunlar. Takvimin öteki günleri çuvala girdiği için(!) bula bula o günü buldular. Böylece Atatürk’ü anmaktan kurtulacaklar.
Protokol gereği Anıtkabir’e gidecekler, orada zoraki saygı duruşunda bulunurken içlerinden neler söylediklerini(!) hiçbir zaman bilmemiz mümkün olmayacak.
İlk kafile ile başlayan rezalet, skandal ve utanç verici olaylar sonrasında AKP dibe vurdu. Bu partiyi kurtarmak için devreye çok acele olarak yeni bir plan sokuldu... Ve “bir subay” tarafından gönderildiği iddia edilen yeni bir belge AKP medyasına servis yapıldı.
Şimdi aynı planın küçücük bir bölümü uygulamaya sokuluyor: 10 Kasım günü Türkiye gündemini Atatürk’ten koparmak ve onun yerine milletle alay edercesine, düzmece Kürt açılımını devreye sokmak... Atatürk’le de alay edercesine!
Ben muhalefet partilerinin, özellikle CHP ve MHP’nin yerinde olsam, 10 Kasım Salı günü Meclis’te yapılacak Kürtçülük görüşmelerine girip girmemeyi, AKP’nin bu tezgahına düşüp düşmemeyi çok iyi düşünürüm.
Bırakın kendileri çalsınlar, kendileri oynasınlar!
* Emin Çölaşan / Sözcü
++++++
Apo’dan özür dileyelim demedikleri kaldı
Okuyunca tüylerim diken diken oluyor..
Şu yaklaşıma bakın..
“PKK hareketinin 1984’te parlamasından bir süre sonra, devlet karşı hücuma geçti.”
1984’te ne oldu?
PKK militanları köy basmaya, mezra basmaya, kendilerine itaat etmeyen, boyun eğmeyen Kürtleri öldürmeye başladı..
Yazar arkadaş karşı atağa geçtiği için
devlete kızıyor.. Ne yapacaktı, görmezden mi gelecekti?
Öcalan barbar, acımasız, kan dökmeyi seven, vahşet tutkunu, bebek katili bir terörist olarak sunulmuş.. Öyle değil miydi? Efendim Apo’nun insani yönlerinin üstü kapatılmış..
Yazar arkadaş demek istiyor ki; Apo’nun insan yönü parlatılsaydı, askerler PKK ile
mücadelede daha müsamahalı davransaydı bugün bu sorun rahatlıkla çözülürdü..
Devlet düşmanlığı gördüm de bu kadarını görmedim.. Neredeyse PKK’yı dünyanın en demokrat örgütü, Apo’yu da dünyanın en sevimli adamı olarak sunacak..
Bunları niye yazıyorlar? Kürt meselesinin çözülmesine katkı da olsun diye mi?
Yooo.. Kendi arkadaş gruplarına girdiklerinde birilerinden ‘baba iyi çakmışsın’ sözünü duyabilmek için..
* Mehmet Tezkan / Milliyet
++++++
Bunlar vurkaç gazetecisi
İhbarcı subayın ikinci mektubunu baş sayfalarda manşete çıkaran ve tam metin veren yandaş basın, Savcı Turan Çolakkadı’nın “Bu mektup bize gelmedi” açıklaması üzerine haber foslayınca ne mi yaptı?
Kimileri, mesela Bugün ve Yeni Şafak dürüst davranarak Çolakkadı’nın açıklamasını baş sayfadan verdi...
Kimileri ise, mesela Star ve Taraf, haberi birinci sayfadan görmek ne kelime, iç safyaların bile diplerine sakladı.
Oysa bir gün önceki manşetin devamı olan bir haberin yine birinci sayfaya girmesi gerekirdi... En azından “Biri bizi işletiyor” gibi bir başlık altında okura duyurulması beklenirdi!
Bir kez daha anlaşıldı ki, bu
tür vurkaç gazeteciliğinde TSK’ya ve cumhuriyeti savunanlara
vuran haber manşete layık görülüyor, vurmayan ise haber bile
sayılmıyor...
Bu arada birinci mektubu gönderen kimdi? İki mektubu da gönderen aynı şahıs mı? Eğer aynı şahıssa birinci mektup ve ıslak imza da kuşkulu hale gelmez mi? O yüzden iki mektubun daha dikkatli karşılaştırılması gerekmez mi? Birinci mektubu yazan tanıklık edeceğini bildirdiği halde neden hâlâ ortada yok.
Adli Tıp Başkanı kuşkuları giderici bir açıklamayı hâlâ neden yapmadı? Meraklar sürüyor.
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Taraf’çılar kızmış
Demişler ki, “Böyle bir adamın
altına gazete verilir mi?”
Haklısınız verilmez. Gazete dediğin Türkiye’ye düşmanlık yapanların,
çalışanlara maaş vermektense aşçı
tutanların eline verilir...
* Fatih Altaylı / HaberTurk
++++++
Domatesten önce beyin DNA’mız bozuldu
Annaneniz öpülesi elleri parçalanırcasına, ovalaya ovalaya tarhana yaparken, siz, “Aman annane be, boş versene” deyip, marketten hazır çorba alıyordunuz ya... Annane rahmetli oldu ve siz, o tarhananın tarifini alıp, bir kenara yazmadınız ya... İşte o nedenle, siz, genetiği değiştirilmiş organizma yemekten kurtulamazsınız maalesef.
Kız evlat yetiştiriyorsunuz, en iyi okullara gönderiyorsunuz... Piyano çalıyor, İngilizce
konuşuyor, Grammy alanları tek tek biliyor. Ama alt tarafı limon, şeker ve su kullanıp,
limonata yapmasını bilmiyor! Yoğurdu çırpıp, ayran yapamıyor, ayran...
Zahmet edip sütlaç yapmadığınız için, kek yapmaya üşendiğiniz için... İçinde ne olduğunu bilmediğiniz gofretleri, mısır patlaklarını kemiriyor sizin oğlan! Hamur tutmayı, şöyle mis gibi ıspanaklı bi börek yapıp, çantasına koymayı bilmediğiniz için, hamburger bağımlısı oldu. Tahin-pekmezi “köylü işi”, vıcık vıcık yağ fışkıran kremaları “modernite” sandığınız için, daha 10 yaşında ayıya döndü, yuvarlana yuvarlana yürüyor, tıkanıyor, merdiven çıkamıyor. Mutfak genetiğimizi kaybettik biz.
Elin adamı, mısırdan, soyadan, domatesten önce beynimizin DNA’sını değiştirdi!
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
++++++
Nobelci Orhan’a var, Kör Osman’a yok!
2008’de 255 milyon TL. 2009’da 850 milyon TL. 2010’da 550 milyon TL (tahmini, beklenen) Toplam: 1 trilyon 655 milyon TL. (Eski parayla 1 katrilyon 655 milyar YTL.) Halk cebinden para veriyor.
Orhan Pamuk’a “Masumiyet Müzesi”ne antika sandalye, koltuk, incik boncuk, eskiciden kullanılmış kadın dudağı ruju, kaş rimeli, tırnak ojesi alıp koysun diye 754 bin TL hibe olarak aktarıldı..
Pamuk, zengin. Babadan varlıklı. Türkiye’nin en çok kazanan yazarı fakat kuracağı müze için halkın parasından oluşmuş 2010 Avrupa Başkenti Çanağı’ndan da para istiyor ve uyanık anlamında gözü açık Orhan’a 754 milyarı veriyorlar.
“Kör Fotoğrafçılar Projesi” yapmışlar. Projenin Genel Koordinatörü Nuri Kaya’nın anlattığına göre, 2010 Ajansı, birçok bölümünü atıp kuşa çevirdi ve 166 bin TL destek vereceği kararını çıkarttı. Onu da vermekten vazgeçti. Kör Osman’a damla yok. Uyanık Orhan’a ve parti kurucusuna, oto kiralama şirketi işleticisine, cemaat bağlantılı kuruluşa, AKP’li belediyelere trilyonlarca lira bol kepçe!
* Necati Doğru / Vatan
++++++
“İmaj her şeydir’
Postmedya’nın haberine göre Doğan Grubu’ndaki “hırsız” polemiğinde “kulağı çekilen” Uğur Dündar değil, Mehmet Ali Birand olmuş... Şahitsiniz, bütün iyi niyetimizle, dün bu sayfadan “Yapma, etme, senin sicilin kötü, kendi ellerinle kuyunu kazma, bir haberin lafı mı olur de
kapat konuyu” dememiş miydik?
Uğur Dündar bu. “Dürüst gazeteci” imajıyla, kuş gribi salgınının ortasında, gık
diyene kadar tavuk yedirmiş bu topluma.
Habere göre “Aydın Doğan’ın damadı ve Medya Grup Başkanı Mehmet Ali Yalçındağ Birand’a ” Bu kadar dert içinde bir de bununla mı uğraşacağız. Bu işi fazla uzatma ve şikayetini siteden kaldır” demiş. Nasıl diyorlardı?
İmaj herşeydir...
++++++
Sedat Ergin’in “dünyanın en çıtır bakanı” olarak ünlenen David Millband ile sohbeti biraz daha uzasaydı, bu dökünüp saçılma serisinin üçüncü karesinde karşımıza ne vaziyette çıkacaklardı
acaba?
Düşünmesi bile felaket...
Allah muhafaza!
++++++
MİNİ YORUM
Bir yanlışlık olmalı
Milliyet’ten Namık Durukan, İmralı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü’nün, Öcalan’a Taraf gazetesi verilmesini yasakladığını bildirdi. Bence “doğruluğu kuşkulu” bir haber bu. Estetiğinden, oyun arkadaşlarına, ruh ve beden sağlığını tatmin edecek her ayrıntıyı düşünen yetkililer, ultra konfor sağladıkları bu “özel konuklarını” bu hizmetten mahrum bırakmış olabilirler mi? “Bu memleket Türk olarak yaşayacaktır” diye posta koyan Yeniçağ olsa anlarım da, Taraf Öcalan’ı sevindirmek için elma şekeri gibi....