Duan kabul olsaydı sapıklık baki kalırdı...

Ahmet Altan “milliyetçilik hastalığına” tutulduğunu ileri sürdüğü gençle yaptığı sohbeti temel alarak şöyle bir iddiada bulunmuş:
“Milliyetçilik bitecek...”
Milliyetçilik bitecek ve sapıklık ilelebet payidar mı kalacak!
Altan’ın duası kabul olsaydı...
Milliyetçilik dediği gibi bir “hastalık” olsaydı biterdi belki; tedavisi yapılır, milletin bünyesi bu mikroptan arındırılırdı!
Ama kötü bir haberim var Ahmet Altan’a. Erinmedim tıbben mümkün mü öğrenebilmek için “bir bilen”e sordum:
- Milliyetçilik bir hastalık mıdır?
Dedi ki:
“Hayır tam tersine... Aidiyet duygusundaki hasarlar ve ailede bağlanma eksikliği millet gibi daha büyük bir gruba ait olma hissini ketlerse ebeveyne yönelik birikmiş öfke genellenir ve otoriteye, baskın gruba yönelir. Milliyetçilik yani içine doğduğu sosyal yapıyı sevmek ise iç huzur, temel güven, gelişmiş özgüven gerektirir...”
Şimdi sen milliyetçilik bitecek sapıklık baki kalacak diye avutuyorsun ya kendini... Milliyetçiliğin bitmediğini, bitmeyeceğini idrak ettiğin gün, ömrünün son deminde yeni bir travma yaşama diye durumunla ilgili de bilgi edindim:
- Peki ya sado-mazohizm, ensest, yaşlı kadınlara düşkünlük vs. bunlar hastalık mıdır?
Dedi ki:
“Psikiyatrik sınıflandırma sistemine göre “parafili” olarak değerlendirilebilir. Ayrıca “Bir kadın memesine vatanı satmak”da obsesyon(saplantı) ve fetişizm olarak düşünülebilir...”
Anlayacağın Ahmet Altan, milliyetçilik baki de, uygun tedavi yöntemiyle sapıklığın tarihe karışması an meselesi!



BOTOKSTAN ÖNCE NAZLI diyor ki...

Türkiye için en büyük tehlike komünizmdir

“Silahlı Kuvvetler’in, iki kere denemek imkanını bulduğumuz iktidarda kalmama eğilimi, Türkiye için gündemdeki tehlikenin, faşizm değil, pervasızca yayılan komünizm olduğunu göstermektedir. İç savaş, isyan, Türkiye’yi bloksuzlar hareketine itme gayreti komünizm ve Sovyet tehlikesine karşı direnci kırarken faşizm tehlikesini abartmak, devlet kuruluşlarına sızmak güçsüz, istikrarsız ve kararsız iktidarların devamını istemek; çeşitli stratejilerin parçalarıdır. Hedef, Türk halkının, Etiyopya, Yemen, Afganistan, Vietnam, Laos ve Kamboçya gibi kurtarılmasıdır.” 12 Ocak 1979


BOTOKSTAN SONRA NAZLI diyor ki...

Komünizm tehlikesine sığınıp Türkiye’yi zayıflattılar

“Devletin zihin haritasında, bir zamanlar komünizm tehlikesi baskındı... Utanç duyacağımız hadiseler cereyan etti...Burada amacın, Türkiye’nin zayıf noktalarına basarak, istikrarsızlık yaratmak olduğu ayan beyan ortadaydı...
Komünizm ve irtica tehdidi, misyonerlerle azınlıkların yarattığı tehlike. Bir ömür böyle geçti. Ama galiba yavaş yavaş kurtuluyoruz bu düşünce esaretinden.” 25 Ocak 2012


Tefsir

Kişisel tarihinin ilk çağlarında Türkiye için en büyük tehlikenin “komünizm” olduğunu savunan ve komünistlerin sızması halinde devletin istikrarsızlaşacağını savunan Nazlı Ilıcak bugün “komünizm tehlikesi”nin devleti istikrarsızlaştırmak için yaratılmış sanal bir tehdit olduğunu savunuyor!



Kemik Standartları Enstitüsü

Ali Bayramoğlu önceki gün bir bakışta koymuştu adını:
“Kürt kemikleri”
Hilal Kaplan işi daha da ileri götürmüş “JİTEM” olarak belirlediği katilin infaz biçimini de deşifre etmişti:
“Memleketin dağına taşına” Ne mutlu Türküm diyene yazarak becerdiler bu işi...”
Hatta büyük bir özveri göstermiş, reform halindeki yargının iş yükünü arttırmamak için, “köşe kadısı” gibi “gereğini”de yazıvermişti oturduğu yerden:
“Lanet olsun o zalimlere!”
Kitlesel lanetleme ayinleri için beklenen icazeti de dün “mahalle”nin aksaçlısı, “büyük ağabey” de diyebiliriz; Hüseyin Gülerce verdi:
“Diyarbakır’da cesetler de JİTEM karargâhının bahçesine, “bizden kimse hesap soramaz” pervasızlığı ile gömüldüler. O kafatasları, o kemikler Asurlulara ait değil. Onlar bizim insanlarımızın, bizim acılarımızın yürek burkan belgeleri... ”

***


Durum bu iken, utanmadan kalkıp bir de ağlıyor bizim antropologlar “iş bulamıyoruz” diye...
Memlekette böyle dahiler varken kim iş verir size?
Dört yıl okul okuyacaksınız da... Mezun olacaksınız da... Bu iş kitaptan öğrnilmez deyip sahaya ineceksiniz de... Etnografik araştırmalar, kültürlerarası karşılaştırmalar yapacaksınız da... Hiç kusura bakmayın ama kafatasının bulunduğu dakika ortalığı velveleye vermeyi sağlayacak “bilgi”nin üretilmesini gerektiren günümüz şartlarında, “ölme eşşeğim ölme” derler sizin bilimsel yöntemlerinize...
Kafatasının kime ait olduğunu, neden, nasıl, hangi tarihte gömüldüğünü bir bakışta anlayan, “şıp” diye adını koyan, raporunu yazan, üstelik bütün bunları “gönüllü” yapan alaylılar varken, siz mektepliler daha çok beklersiniz “iş” diye!
Çağrım “AKP Devleti”nin yöneticilerine;
At kurtul!
Kapat üniversitelerdeki Antropoloji Bölümlerini!
Hatta, topraktan kemik ve tarihi yeni baştan yazamaya yarayacak bütün eserler “fışkırdığına” göre ne gerek var aylar, yıllarca milim milim kazmaya; Arkeoloji bölümlerini de kapat gitsin!
Hele o TÜBİTAK’a başvurmak filan, ne lüzum var; zinhar!
Bir de Adli Tıp Kurumu’na fiilen de kilit vurunca; oldu da bitti maşallah!
Bundan böyle nerede bir kemik parçası bulunursa bulunsun, “tahlil” için götürülecek olan adres belli:
Hüseyin Gülerce başkanlığında hizmet veren Kemik Stardartları Enstitüsü!
Kafatasçı (haşa ırkçı demeye getirmiyorum lafı, kafatasından ırk tahlili yapma erbabı anlamında) Ali Bayramoğlu ve kemik torbalarının uygun ısı ve ışıkta korunmasından sorumlu (bir nevi morg görevlisi gibi düşünün) Hilal Kaplan gururla sunar!
Yalnız bir tek sorun var:
Bu ekip başta da dediğim gibi yalnız kafatasının sahibini değil, “ölüm biçimi”ni ve “katilin”de kimliğini tespit ediyor anında. Onlar varken emniyet teşkilatına da gerek kalmıyor bu durumda!
Hayır, Emniyet Müdürlüklerini de kapatın diyeceğim ama korkuyorum ya “mahalle”de “iç savaş” çıkarsa!



BASINDAN SEÇMELER


Zaten Türkiye’de yaşamayan sefireyi Ankara’daki yemeğe davet etmedi

Muhteşem tavır

Başbakan gitti Fransa ile derdini duraktaki taksicilere anlattı:
“Bi defa bu ne?..”
“........?”
“Karar insan haklarına aykırı bi defa, biliyorsunuz...”
“.........?”
“Şimdi bizim de hep birlikte verecek neyimiz var?..”
“........?”
“Bir başka kararımız var, bunu da söyleyeyim...”

***


Başbakan’ı “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye uğurlayıp taksilere döndüler...
Taksiler Fransız: Renault... Citroen... Peugeot...
Durağın adı zaten; Şirin Taksi... Dizi olur...

***


Bence Fransa’ya yaptırımın daha etkilisi Hayrünnisa Gül’den geldi sayılır...
First Lady’niz tüm diplomat eşlerini öğlen yemeğine davet etti de, Fransız Büyükelçisi’nin eşini çağırmadı...
Çatlasın maksat...
Tek eksik; meğer Büyükelçi’nin eşi yoktu...
Fransa’da yaşıyor...
Sıra türbana gelince, Ermeni iddialarını doğrulayacak şekilde; Türkiye’nin başka inançlara hoşgörüsüz ve saygısız davrandığını... Farklı düşünenlere eziyet edildiğini... Bunun insan haklarına aykırı olduğunu, Avrupa’ya (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne) bizzat dilekçe vererek şikâyet eden de bendim zaten...

***


İşte o sırada Roman vatandaşlarımız, ti vi ekranlarında karın üzerinde göbek atarak kırnata ve darbuka ile en ciddisinden yaptırıma katıldılar:
“Abe kozi Sarkozy
Sana ne oli?”

***


Şimdi sobacı esnafımızın Sarkozy’ye boru hediye etmesini bekliyoruz...
Mevsim itibarıyla, çiftçi kuruluşlarımız ortası delik karpuz gönderemeyeceklerine göre...
Sen büyüksün Türkiye...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet



Sanki Real TV

TRT’de Kral Kupası’nın muhteşem El Clasico’su öyle bir anlatılıp yorumlandı ki.. Sanırsınız, Real Madrid’in tv kanalı! Düşünün, sonuçta Barca rakibini eledi. Ama TRT ekranı karşısında oturanlar bunu tam anlayıp hissedemediler. Akıllarında kalan iz daha çok Real’in ne kadar iyi oynadığı ve turu talihsizlikler sonucu kaçırdığı!
Var mı böyle bir tuhaflık!
Haşmet Babaoğlu / Sabah




İleri demokrasinin en güzel tarifi

Bir türlü tam manasıyla izah etmeyi başaramıyorduk “ileri demokrasi”yi. Kavramlar bu yüceler yücesi devri tanımlamakta yetersizdi. Hep bir tarafı eksik, yarım, güdük kalıyordu sanki. Nihayet biri hepimizin anlayacağı şekilde tarif etti.
Ali Babacan’a aşağıdaki kusursuz tarif için teşekkür etmeli:
“Başbakanımız haritaları aldı önüne, projelere baktı ve şöyle bir talimatı oldu; üçüncü köprü ile bağlantı yolları ayrı bir proje olacak!”
Bu kadar! Ve üçüncü köprüyü otoyollardan ayrı ihale etme kararı böylece verildi. Sonuçta Başbakan’ın sözünün üstüne kim söz söyleyebilir ki; o mühendislerden, maliyecilerden ve dahi hepimizden iyi bilir en iyisini! İşte budur ileri demokrasi!



Fransa’yla nişan takıp Azerbaycan’a laf söyleyen aydın müsvettelerine ithaf

Hanginiz böyle bir tavır gösterebildiniz

Oskar ödüllü Azeri senaryo yazarı, edebiyatçı Rüstem İbrahimbeyov, Fransız Sanat ve Edebiyat ödülünü reddetti. Ayrıca “Azerbaycan - Fransa Kültür Derneği”nin başkanlığından da istifa etti. Sebep; Fransız Parlamentosu’ndan çıkan soykırımın reddini cezalandıran yasa...
İbralimbeyov yaptığı açıklamada, Fransa Parlamentosu’nun son kararının Fransız halkının canını verdiği özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkeleriyle bağdaşmadığını bildirdi.
Trajik 1915 olayları hakkında çeşitli görüşler olmakla birlikte uluslararası düzeyde bir mahkeme kararının bulunmadığını anımsattı...
Böylesi bir protesto şu ana kadar Türkiye’den çıkmadı.
Melih Aşık / Milliyet

Yazarın Diğer Yazıları