DTP ve demokratik (!) istekleri!
İmralı’daki elebaşının talimatı ve eli silahlı PKK çetelerinin baskı ve yönlendirmesiyle TBMM’ye girdiler. Elbette kendilerinin meclise girmesini sağlayan iradenin dışında hareket etmeyeceklerdi. Onlar da öyle yaptılar. Her fırsatta “TSK’ya saldırmak”, terör ve bölücülüğü “Kürt sorunu” olarak nitelemek, “federasyon”, “eyalet” gibi bölünmeyi güçlendirecek sözler ettiler. Arada bir de “arkamızda Cudi var” ya da “Kerkük’e saldırıyı Diyarbakır’a yapılmış sayarız” biçiminde aba altından sopa gösterdiler.
DTP yaptığı kongresinin ardından da gerçek niyeti açıkça ortaya koymuş oldu. Önce Öcalan’ın kardeşi, partinin yönetimine alınarak Abdullah’a mesaj verildi, ardından da İmralı’nın savunduğu “Demokratik Cumhuriyet” e giden yoldaki son aşama olan “Demokratik Özerklik” modeli ortaya atılmış oldu. Tabii ki, Türkiye’nin “İstiklal Marşı” da kongrede okunmadı. İyi de yapıldı. Çünkü o İstiklal Marşı, o kongreye yakışmazdı. Ancak dağa Mehmetçik şehit etmek üzere çıkan silahlı teröristlerden ölenleri “Özgürlük ve demokrasi şehitleri” olarak ilan edilip, saygı duruşu yapıldı. Kendileri için doğru olanı yapmış oldular!
Kongrelerinde yeni bir bölücülük modeli kabul edildi. O modelin neyi içerdiğini de tüzüklerine giren maddede yazılı o da şöyle; Dışişleri, maliye, savunma merkezi yönetim tarafından yürütülecek, emniyet, adalet hizmetleri, eğitim, sağlık kültür ve sosyal hizmetler yerel yönetimlere devredilecektir. Böylece yerel yönetimler güçlendirilmiş ve kültürel farklılıkların özgürce ifade edilebildiği meclis sistemi ortaya çıkmış olacaktır. Ancak bu modele rağmen “Kürt Sorunu” dedikleri sorunun nasıl çözüleceğini belirten bir açıklama hâlâ ortalıkta yoktur.
Bu teklifler açıkça “Ayrı bayrak, ayrı meclis, dış politika ve maliye dışında hizmet alanlarıyla sınırlı ortak yönetimi öngören, ayrı hükümet” anlamına gelmektedir. Diyarbakır’da yapılan ön kongrelerinde de “Siyasi partiler yasasının gereği, başkent Ankara’dır ama bu ön kongreyi bizim başkentimiz Diyarbakır’da yaptık” demişlerdir. Yani diğer siyasi partilerin başkenti Ankara, DTP’lilerin başkenti Diyarbakır. Dahası var DTP’liler “Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın Kürt Sorununa demokratik çözüm yaklaşımını son derece belirleyici” buldukları türünden konuşmaları Ankara’daki kongrelerinde yapmamışlar.
Ayrıca kongrede ÖDP’nin bilge lideri (!) de “Linç kültürü karşısında ’hepimiz Kürdüz, hepimiz DTP’liyiz” deme duyarlılığını bir kez daha ortaya koymuştur. Yüksek ülkü sahibi (!) Nil Demirkazık da yakasında Büyük Kürdistan (!) haritasıyla protokol de bir kez daha baş göstermiş. Yeşil, sarı, kırmızı; renkli renkli mesajlar...
Bu gelişmelerin ardından DTP’li bir bayan milletvekilinin dağda PKK ile eğitim gördüğü, eşinin hâlâ PKK’nın saflarında olduğu haberi medyaya düştü. Zaten bir başka bayan milletvekili de PKK davasından yargılanırken seçilip TBMM’ye girmişti. DTP’nin diğer milletvekillerinin de şu veya bu biçimde PKK ile bağlantılı olduğu, önümüzdeki günlerde onların da foyalarının, ya da fotoğrafları ortaya çıkacağını söylemek aşırı bir iddia olmaz. DTP, Leyla Zana’nın belirttiği gibi onlar artık üç liderli değil, dört liderlidir. Nurettin Demirtaş formel, İmralı’daki gerçek, Kuzey Irak’takiler ise onursal liderlerdir.
Kötü niyetliler bir yana, bunca gelişme iyi niyetli olarak DTP’nin ülkenin birliğine, bütünlüğüne, barışa ve kardeşliğe katkı sağlayacağını sananları kendilerine getirmeleri gerekir. Türkiye’yi yönetenlerin görevi, yalnız ülkeyi silahlı bölücülüğe karşı korumak değil, aynı zamanda silahlı bölücülerle işbirliği yapan siyasi bölücülüğe karşı da korumaktır.
Bu noktada şunu hemen ifade etmek gerekir. DTP’nin ne yapmak istediğini anlamak başka bir şey, onun tüzel kişiliğini sona erdirmek ise daha başka bir şeydir. DTP’yi kapatmak yerine, onun niyetlerini anlayarak gerekli tedbirleri üretmek, ülke için daha faydalıdır. Türkiye’deki milli devlet ve üniter yapı APO’nun, DTP’nin hatta AB’nin sandığından da daha sağlamdır.
Ancak DTP değil ama onun savunucusu konumunda olan etkin medyanın, bölücülüğün uzantısı olan bu partiyi savunmaları ilginçtir. Bir ilginçlik de DTP’nin etnik/ırkçı talepleriyle neoliberal ve din taciri cenahın görüşlerinin nasıl uyuştuğudur? Onun cevabı da şudur: Küresel sermayenin, daha küçük/yerel yönlendirilmesi kolay özerk yapılar istemesidir. Ayrıca küresel güç de kontrol edilebilir ülkeler istiyor? Onların güdümündekilerin de görüşlerindeki benzerlikler şaşırtıcı değildir!