Domuz ahırı yapılan caminin de hesabını sor!

8 Mayıs 1992’de Ermeniler tarafından işgal edilen Şuşa’dan sağ kurtulanlar “Meni torpağıma yetir gardaşım” diye haykırıyor 20 yıldan beri...

Kendisini zaman makinesinin içinde kayıp olmuş muhalefet partisi zannediyor da 1930’lar, 40’lar iktidarına “ahır yapılan cami” hesabı soruyor ya; bu yüzden önce ve özellikle Sayın Başbakan okusun bu yazıyı.
Sonra da, dün “muhafazakar” gazetelerden birinde, Brzezinski’nin “İnsanlığın geleceği Türkiye’nin de içinde bulunduğu Avrasya’da tayin edilecek” sözünü temel alarak, Türkiye’yi yönetenlere “Kim ne derse desin, Batı’nın en başarılı ürünlerinden biri demokrasidir... ABD ve AB’nin yıkılma sürecine girdiği yolundaki teorileri de abartılı buluyorum... Türkiye’nin çıkarları, Batı ittifakının bir parçası olarak kalıp gözünü diğer fırsatlara da açık tutmayı gerektiriyor” telkininde bulunan zat..

***


Masal gibi olacak ama “masal dinlemeye alışık” olanlar yadırgamasın, idrakte zorlanmasın diye mecburum böyle yazmaya:
Seneler seneler evveldi... Dağların ortasında, şifalı pınarlarla donanmış, yeşil mi yeşil, bereketli mi bereketli, güzel mi güzel, şirin mi şirin bir şehir vardı, laf olsun, klişe yerini bulsun diye demiyorum ha, sahiden de literatüre “Kafkaslar’ın incisi” diye girmişti ismi... Çok güçlü, çok köklüydü bu şehrin tarihi... Anıtlar, müzeler, kütüphanelerle korumuştu ata yadigarı olan kültür birikimini; bu ilhamla Kurban Pirimov’ları, Reşit Behbudov’ları, Kasım Bey Zakir’leri, Tuğrul Nerimanbeyov’ları yetiştirdi...
Bu şehrin, yani Şuşa’nın insanları 20 yıl öncesine kadar, hayatlarını, Tanrı’nın kendilerine armağanı olan bu doğa-tarih-kültür başkentinde kazandıkları bilgi ve becerileri insanlığın hizmetine sunmaya adamışlardı... Yazdılar, çizdiler, mimari harikalar inşa ettiler...
Tam 20 yıl önce bugün, tankları, topları, tüfekleriyle “kötü adamlar” çıkageldi. Şuşa’lılar kalem tutan ellerine geçirdikleri silahlarla tam iki gün iki gece direndi, 7 bin şehit verdi, ancak güçleri dün bir muhafazakar gazetede “demokrasi üreticisi” olarak tanımlanan Batı’nın şımarttığı, arka çıktığı gözü dönmüş ağır silahlı Ermeni birliklerini durdurmaya yetmedi.
Şuşa o iki gün içinde yerle bir edildi.
“Kötü adamlar”ın nefreti öyle büyüktü ki; katliam yetmedi dindirmeye, heykeller kurşuna dizildi! O topraklarda Türklerin yaşadığını hatırlatacak, kanıtlayacak ne varsa yakıldı, yıkıldı, silindi...
Pınarların terapi niteliğindeki şırıl şırıl sesi yerini insan iniltilerine, hıçkırıklara bıraktı, yemyeşil şehir kan kırmızıya boyandı... Hankendi’nin yolu Ermenilere açıldı... Kelceber, Mardakert, Hocalı, Ağdam, Kubatlı; bir devlet bütün dünyanın gözü önünde başka bir devletin toprak bütünlüğünü, sınırlarını ihlal etti ve Türk topraklarına tecavüz etti.
Şuşa bugün barbarlığın başkenti, zalimliğin ve “demokrasi üreten Batı” nın soykırım hamiliğinin, tarafgirliğinin... Orası herkesin var olduğunu bildiği lakin yok saydığı bir terör üssü şimdi; uyuşturucu imalathanesi...

***


Topraklarının yüzde 20’si Ermeni işgali altında olan Azerbaycan’daki 1 milyon kaçkın gibi Şuşalı Türkler de sığınaklarında “Meni torpağıma yetir, gardaşım!”* diye haykırıyorlar 20 yıldan beri...
Bugün günlerden Salı...
Sayın Başbakan, muhalefete muhalefet etmekten fırsat bulur da, işgalden sonra Ermeniler tarafından domuz ahırı yapılan Şuşa Camii’nin de hesabını sorar mı!
*Abdulkadir İnaltekin



BASINDAN SEÇMELER


Ellerinden gelse ikinci kez idama mahkum edecekler

Kazım Paşa’nın; başka hiçbir kaynak tarafından desteklenmeyen bu iddialarını; Atatürk’le mücadele etmeyi kutsal bir görev sayan gerici kesimler müthiş bir iştahla şimdilerde gündeme taşıyorlar.
Aktarılan anılarda Kazım Paşa, Atatürk’ü İslam dinine karşı; kendisini de o dini savunan bir mücahit gibi gösteriyor. Atatürk’ü Hıristiyanlığı istiyormuş gibi gösteren iddialar, başka hiçbir yerli kaynakta olmadığı gibi; tarafsız yabancı uzmanlar da böyle bir şeyden hiç söz etmiyorlar.
‘ATATÜRK-Bir Milletin Yeniden Doğuşu’ isimli çok ünlü kitabın yazarı Lord Kinros’u okuyalım:
‘Müslümanlık onun gözünde mantık, muhakeme, bilim ve bilgiyle uyumluluk içinde ‘doğal bir din’di. ‘Milletin kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançer’olan yobazlığa bütün gücüyle karşıydı. Çağdaş bir görünüşün Müslümanlığa aykırı olduğunu ileri sürenleri azarlıyordu. Camilerde cuma günü verilen vaazların bilim kurallarına uygun olması gerekliydi; vaizler uygarlık dünyasının siyasi ve sosyal koşullarını yakından izlemek zorundaydılar. Bundan sonra vaazlar,halkın anlayabilmesi için,eski bir ölü dille değil,Türkçe olarak verilecekti.’ (Lord Kinross ; Atatürk- Bir Milletin Yeniden Doğuşu 11.Basım S.451)
Böyle bir lider aklını peynir ekmekle mi yedi ki varlığının derinliklerinde İslam inancı kökleşmiş olan bu milletin dinini değiştirtmeye kalkışsın.
Atatürk’ü Müslümanlığı yıkan birisi gibi göstermeye kalkışan ilk isim Şeyh Sait olmuş; sonra bu görüşü Kürtçü Hoybun örgütünün liderlerinden Celadet Ali Bedirhan tekrarlamıştır. (Bak: Dersim İsyanları 179 ve devamı). Bu bölücülerin iddialarını Türk tarikatleri de benimsemiş ve alttan alta 80 yıldır yaymışlardır. Ellerinden gelse 1920’de yaptıkları üzere Nemrut Mustafa Divanı’nı bir kez daha toplayıp Mustafa Kemal’i ikinci kez idama mahkum ettirecekler.
Dindar gözüken sömürgeci işbirlikçilerinin Atatürk’e düşmanlığı o kadar derin ki... ‘Neden İngiliz’leri kovdun; neden Yunan’ı denize döktün, neden susturulan ezanı yeniden yükselttin?’ diye kuduruyorlar.
Rıza Zelyut / Güneş




Acıdım şu İngiliz basınına

Yok imparatorluk batmış, yok gazeteciler milleti dinlemiş, polis şefleri görevden alınmış, gazete çalışanları ajanmış... Bana ne kardeşim. İngilizlerin derdi beni niye gersin. “Şükür” dedim, bizde artık böyle şeyler olmuyor. Medeniyetin beşiğine bak. Koca devletin BBC kanalı üşenmemiş bir de belgeselini yapmış bu rezaletin. Adı da ‘Büyü Bozuldu’. Yani Murdcoh İmparatorluğu. Hem bu değil miydi daha geçenlerde ülkemize gelip televizyon işleri konuşan? Her tarafı bozulsa ne olur? Gazetecilerin hali neydi öyle? Birbirlerini gammazlıyorlar. Guardian almış sazı eline vur beline News Of The World’un.
‘Gazetenin muhabirleri telefon dinliyor’diye de iddiası var. Telefon dinleyenlerden bir tane bulmuşlar BBC’ciler, gidip konuşmuşlar. Muhabir Sean Hoare, “Gazetenin kültürü böyleydi” dedi. Bu konuşmadan bir süre sonra evinde ölü bulunmuştu belirteyim. Gazetenin sahibi, Genel Yayın Yönetmeni hepsi bu kültürün içinde. Yaşam biçimi böyle. Neyse ki bizim gazetelerde böyle şeyler yok. Öyle çuvalla dinleme kasetleri filan taşınmıyor.
Sina Koloğlu / Milliyet (Cadde)




Silivri yolcularına gezi kılavuzu

Önümüzdeki günlerde Adalet Bakanlığı bir grup gazeteyi Silivri Cezaevi’ne götürecek. Katılacak gazetecilere klavuz hazırladık.
- Bakanlık sizi 21 kişilik iki katlı koğuşlara götürecek. Onlara Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Doğu Perinçek, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Durmuş Ali Özoğlu da böyle koğuşlarda mı kalıyor diye sorun.
-Sizi tutuklularla görüştürmezlerse, neden görüşemediğinizi sorun.
- Bu gezinin 1. Ve 2. Ergenekon Davası’nın birleşmesiyle tüm tutukluların mahkemede olduğu sırada ve Balyoz Davası’nın görüldüğü hafta düzenlenmesinin tesadüf mü olduğunu sorun.
- Size bilgisayar, tiyatro, atölye, spor salonları gezdirecekler. Ergenekon sanıklarına diğer tutuklulardan hangi konularda ayrım yapıldığını sorun. Örneğin; neden hiçbir sosyal aktiviteye izin verilmediğini sorgulayın. Büyüklüğü 5 milyon sayfayı aşan Ergenekon Dava klasörlerinin haftada iki saatlik bilgisayar hakkıyla okunmasının, savunma yazılmasının, birleştirilen davaların takip edilmesinin imkanlı olup olmadığını sorgulayın.
- Tutuklularla hükümlüler arasında neden ayrım yapılmadığını, tutukluların hükümlülerle aynı yasaklara tabi olmasının nedenini sorun.
- Mantıksız yasakları sorun. Çiçek yetiştirmek neden yasak? Bir yazarın kendi kitabından neden birden fazla bulundurması yasak? Hizbullah davası hükümlülülerine bilgisayar verilirken neden diğer tutuklulara daktilo bile verilmesi yasak?
- En önemlisi cezaevi müdürünü yakalarsanız sıkıştırın. Örneğin Mustafa Balbay’ın hücrede kalması cezaevi yönetiminin kararı mı yoksa bakanlığın mı?
- Size tutuklularla konuşma hakkı tanımazlarsa, daha önce hangi yandaş gazetecinin cezevi içinde tutuklu ile açık görüş yaptığını, buna nasıl izin verildiğini sorgulayın. Bilmiyorsanız Star’dan Helin Şahin’e sorabilirsiniz.
Silivri Cezaevi’nde kısa bir süre önce TRT kameraları gezdirildi. Belli ki Adalet Bakanlığı Silivri Cezaevi ile ilgili bir propaganda çalışması içinde. Aynı propaganda çalışmaları 12 Eylül’de de yapılmıştı. Maksat cezaevinde şartların “çok iyi” olduğu vurgusu yapmak.
Odatv.com




Tutuklular adaletten alacaklı

Adalet Bakanı istediği kadar, birtakım olumlu rakamlar sıralasın, hala net iyileşme fark edilmiyor. Yıllardır süren yargılamalarda tutukluluk süreleri, verilebilecek en üst cezayı bile geçmekte. Sonuçta, hapisteki süre, içeride yatanları ‘Alacaklı çıkarmakta’. Bu da, ‘Adaletin kalitesinin olmadığının ispatı’.
Burhan Ayeri / Akşam




Hızlandırılmış totalitarizm

Sonuçta, şeyhlerin dizi dibinde diz çökmüş bir siyasi figürün geldiği noktayı gözlüyoruz! RTErdoğan, hem demokrasi havaları atarak, gerçekleştirmek istediklerini uzun süre gizleyerek, bunlardan hiçbirini seçim ve parti programında göstermeyerek, aldatıcı bir kişilik sergiledi. Demokratlar, Erdoğan ve çekirdek kadrosunun “gizli programı” ndan hep şüphe etti. Takıyyeciliğini gündeme getirdi. Onlar gizli gündemlerini uzun süre saklamayı başardılar. Ama yeri ve zamanı gelince küt diye Meclis’e getirdiler yasalarını... Açık ve net olarak, artık totaliter zihniyetin hızlandırılmış bir program uygulamasını yaşıyoruz..
Orhan Bursalı / Cumhuriyet




ABD’nin yenilgi ortağı

İran’ı ve Rusya’yı, hatta Çin’i hedef alan füze kalkanına ev sahipliği yapmanın ne anlama geldiğini artık Türk devletinin daha ciddi olarak düşünmesi gerekmektedir. Soğuk savaş sürecinin dehşet dengesi olarak nitelenen nükleer silahlanma döneminde bile ABD’ye bu kadar angaje olmayan Ankara’nın bugün izlediği siyaset felaketlere gebedir. Üstelik ABD, bu kez dünden farklı olarak dengenin zayıf tarafındadır. ABD patentli “stratejik derinlik”, Türkiye’yi sadece komşularıyla değil, küresel liderlerle de karşı karşıya getiriyor. Türk devleti ABD’nin yenilgisini paylaşamaz, paylaşmamalıdır.
Mehmet Ali Güller / Aydınlık




“Aydın” lığın şartları

Muhalif olmak aydın olmanın olmazsa olmaz şartıdır. Ülkesinde, çevresinde, siyasette, medyada, toplumda bunca kötülük olacak ve aydın bunlara muhalif olmayacak... Böyle aydın yok demektir. (...) Kendilerini aydın sanan, aydın sanılan sözde aydınlar gerçek aydın değildir, anti aydındır.
Soyunu sopunu, atalarını inkar eden soysuz aydınlar.
Millî kimlik ve kültüre düşman zibidi aydınlar.
Yağlı kemikler, haram rantlar elde etmek için zalimlere yağcılık ve yalakalık yapan, kuyruk sallayan köpek aydınlar.
Bir kimsenin aydın olabilmesi için önce vasıflı insan olması lazımdır.
İçinde yaşadığı topluma ve millete taqiyye yapan kişi, iki üniversite diplomasına sahip güçlü bir uzman olabilir ama asla aydın olamaz...
Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete

Yazarın Diğer Yazıları