Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Adnan İSLAMOĞULLARI
Adnan İSLAMOĞULLARI

Doğu Medeniyeti böyle mi yükselecek?

Türkiye bu kadar yoğun bir gündemi ne zaman yaşamıştı bilmiyorum. İçerideki terör belâsı, ülkeye dair diğer bütün politikaları görünmez, önemsiz ve dikkate değmez kılıyor.
12 Eylül Darbesi’nin rahminde döllenen ama başından beri uluslararası bir projeksiyon olarak dizayn edilen terörü tırmandıran ise son zamanlardaki ‘aktif dış politika stratejisi’.
Tunuslu bir gencin kendini yakmasıyla başlayan ve kasırga gibi eserek Arap diyârını kavuran rüzgârlar, Suud semâlarında melteme dönüşerek Fahd ailesini tatlı tatlı serinlettikten sonra, Suriye göklerinde hortuma dönüştüğünde, o hortum Suriye açıklarında bir askerî uçağımızı aldı içine.
Ardından Suriye tahrikli ve takviyeli Gaziantep saldırısı.
Orta Doğu’daki dış politika tezleriyle, bölgedeki gücü arasındaki büyük fark, AKP hükümetinin Türkiye’yi içinden çıkılmaz bir bataklığa sürükleme endişesinden azâde olması ve aslında her şeyin yolunda gittiği gibi bir duruşun ne kadar gerçekçi bir duruş olduğu oldukça su götürür.
Sanki Orta Doğu’da demokrasi ve insan hakları, serbest piyasa gibi yalnızca ‘güçlüler için tasarlanmış’ bir sistem Suriye’de eksikmiş gibi, Suudi Arabistan ve Katar’da sanki demokrasi tüm kılcallarıyla hayat bulmuş gibi Suriye’ye demokrasi, insan hakları, serbest piyasa ihraç etmeye çalışıyoruz, kabul etmeyince de tekdir ile uslanmayan Esad’ı tek başımıza köteklemeye çalışıyoruz.
Birkaç ay sonra Mısırlılar ve bölge halkları belki Baas’ı unutacaklar ama ‘mağdurluğa oynamayı’ çok seven ‘bizim İslâmcılarımız’, Baas’a kilitlenip ‘Arap Baharı’nın yelkenine rüzgâr basan yaşlı Batı’nın ve Atlantik’in ve NATO’nun emrinde ‘liberal İslâm’ın lokomotifi olma rolünü üstelik inkâr ederek oynuyorlar.
Stratejik olarak bölgedeki her gelişmenin içinde bir argüman olarak hatta bir aktör olarak bulunmak bir yere kadar anlaşılabilir bir stratejidir ve Türkiye bunu er geç yapmak zorunda kalacaktır. Lâkin, bu yerin tespiti konusunda Türkiye’nin artık adından bile bahsedilmeyen ‘kırmızı çizgileri’ olması gerekir.
“Yıllarca, Kuzey Irak’ın bölünmesine karşıyız, müsaade etmeyiz” diyen Türkiye, Kuzey Irak’ın bölünmesine engel olamadığı ve müdahale edemediği gibi, şimdi Suriye’nin bölünmesiyle ilgili de aynı lâfları ediyor, fakat Suriye hızla bölünüyor. Suriye’nin kendi içinde barındırdığı mezhep kavgalarının Türkiye’ye taşınma ihtimâli, Suriye’den bir potansiyel ve çok tehlikeli bir bonus olarak PKK’ya verdikleri desteğin yanında Hatay’da yeşertilmeye çalışılıyor.
Baas’ın canı cehenneme.. Cehennemin tâ dibine kadar yolları var...
Fakat, Baas’ın peşinden bu tehlikelere sürüklenecek bir Türkiye’nin, Suriye politikasını gözden geçirmesi ve alternatifli politikalar üretmesi gerekiyor.
Mekke Üniversitesi’nden Sefer El- Havâil, ’90’lı yıllarda yazdığı bir makâlede şöyle diyor:
“Bugün duyduğumuz güvenlik içinde olma hissi, Allah’tan değil, Batı’dan kaynaklanıyor. Allah’a inanacağımıza kâfirlere inanmaya başladık... Irak’ın Baasçıları birkaç saatlik düşmanımızdır. Ama Roma?! Allah’a inanan, Batı’dan korkmayan ve Batı’ya hayranlık duymayan bir kuşak yetiştirmeliyiz.”
Sâhi, İslâmcı entelektüellerimiz Batı’yla olan hesâbı neden kapattılar?
Neden hiç konuşmazlar, yazmazlar?
Köylüyü, caddelerde arabaların içinden ancak tesâdüfen gören liberallerin Roboski(!) köylülerine olan ilgi ve hassâsiyeti ve İslamcıların Baas nefreti neden eş zamanlı olarak bu kadar şedît depreşti?
Saddam, Kaddafi, Esad: Bir büyük “Doğu Medeniyeti”nin yokluğunun ‘dolgu malzemeleri’ydiler.
Bittiler.. Bitiyorlar.
Peki yerlerine ikâme edilen ‘bahar’ın aktörleri İbn Haldûn’un, Tunuslu Hayreddin Paşa’nın artçıları mı? Bu bölgelerde görünen tablo böyle bir tablo mu? Kaddafi’yi sürek avında avlanmış vahşî bir hayvan gibi sokaklarda süründüren zihniyet, mevcut rejimin ‘Doğu Medeniyeti’ zihniyeti mi?
Bunun karşısına Saddam’ın, Kaddafi’nin, Esad’ın zûlmünü koyanlara ‘medeniyet telâkkîleriyle’ verilebilecek bir cevap yoktur.
Türkiye’nin ateşle imtihanı ne terördür, ne de başka bir şey, Türkiye’nin ateşle imtihanı ‘küreselleşme’dir, ‘liberal İslâm’ kisvesi altında küreselleşmenin Orta Doğu’ya model aparat, içeride de ‘Müslüman her şeyin iyisine lâyıktır’ maskesi altında aç komşulardan uzaklaşan Ortaçağ Gargantualığı’dır.
O tehlikeyi bu ülkede yeşertenler şehitlere evlâtlık hissi beslemeyip, Kandil’deki PKK’lıyı oğlu gibi hisseden ve onun için endişelenen, ‘Amerika yolunda ölenlere ölü demeyen, onları NATO katında cennetle müjdeleyen’ solcu kırması her devrin adamı liberaller ve o liberallerin zihinlerini iğdiş ettiği neo-liberal İslâmcılardır.
Son söz:
“Bilâl’in abisi gemicik alsın, Bilâl Dünya Bankası’nda ’biz’i temsil etsin ve İslâmcı Titanic batmasın...”

Yazarın Diğer Yazıları