Doğa kanunlarına aykırı bir istifanın perde arkası

Olay “Yerel seçimlere sayılı günler kala parti değiştiren adaylarla ilgili bir haber de Diyarbakır’dan geldi; MHP’nin Dicle Belediye Başkan Adayı BDP’ye geçeceğini açıkladı” diye duyuruldu ama - MHP-BDP geçişkenliği doğa kanunlarına aykırı olduğuna göre- hiçbir şey “göründüğü” ya da “gösterildiği” gibi değil.
Bir:
MHP Dicle Belediye Başkan Adayı Berzan Tektaş istifa etmedi; her türlü zor kullanılarak istifa ettirildi! PKK kendisini tehdit etse muhtemelen direnirdi. Aday olurken bütün bu ihtimalleri hesap etmişti. Ama tehdidin adresi “ailesinin kendisini destekleyen fertleri” olunca işin rengi değişti. Alçaklar yeğenine, küçücük bir kız çocuğuna bile uzattı ellerini. “Partisi” için de öncelikli olan bölge insanının can güvenliğiydi, dolayısıyla Berzan Tektaş derdini anlatıp istifa talebini ilettiğinde bu, il ve ilçedeki MHP’li yöneticilere de makul geldi.
İki:
Berzan Tektaş, - bundan sonra istifa sürecindekine benzer tehditler yoluyla, zor kullanılarak geçtirilirse bilemem- ama kendi rızasıyla BDP’ye geçmedi.
Üç:
Bu gerçekten bir “istifa” ise, kararı kendi iradesiyle verdiyse; “Kürtlerden özür dilediği, BDP’ye geçeceği” gibi “gerçeği yansıtmayan” bütün o açıklamaları yapan neden kendisi değil de kardeşi?

***

Yukarıda kullandığım “ailesinin kendisini destekleyen fertleri” ifadesi rastgele değildi. Berzan Tektaş’ın geniş, bölgede güçlü, hatırı sayılır bir ailesi var. Kendisi “millete mensubiyet” duyan biri, “kişisel tavrı” bölünmez bütünlükten, bir ve beraber yaşamaktan yana. Ayrıştırıcı değil kaynaştırıcı. Kürtler için gerçek tehlikenin bölünme olduğu düşüncesinde. Bunlar içine attığı düşünceler de değil MHP’den aday olana kadar da söylemiş bir çok yerde. Ama ailede Berzan gibi düşünmeyenler de var; ve onlar çoğunlukta. Yine ailede PKK’ya katılmış, dağa çıkmış, şehir yapılanmasında yer almış kimseler de var.
Ve dönüp dolaşıp geldik aynı yere;
Kahrolsun “feodalite”!
Berzan’ın “kişisel tavrı” nın, ne düşündüğünün, neyi tercih ettiğinin, nerede siyaset yapmak istediğinin hiçbir önemi yok. Çünkü bölgede “kişi” diye, “kişilik” diye, “birey” diye, “tercih” diye bir şey yok.
Dayatmalar var; mecburiyetler, mahkumiyetler...

***

Tam da bu olayların yaşandığı günlerde “seçim çalışmaları için” Diyarbakır’da bulunan MHP MYK üyesi Erol Gül ile konuştum. Paylaştığım bilgileri yalanlamadı.
Gül, bölgeye sık giden, bölge halkıyla çok vakit geçiren bir siyasetçi. “Diyarbakır’ı hiç böyle görmedim” dedi. “Niye” diye sordum;
“Öcalan’a özgürlük diye yakıp yıkmışlar her yeri. Şehir harabeye dönmüş halde. Dur diyen yok, müdahale eden yok, sorumlularına hesap soran yok. Medya bu görüntülerin hiçbirine yer vermedi. ” Devlet yok “ demeye dilim varmıyor ama devletin varlığını hissettirecek en ufak bir işaret yok.”

***

Yıllardır Güneydoğu’da “teşkilatçılık” yapan MHP’lilerle de irtibat kurdum. “Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı herkes kadar biz de hep hedeftik ama uzun zamandır MHP’nin kurumsal kimliğini hedef alan bir tavır, baskı, saldırı yoktu. Son birkaç yıldır MHP, Doğu ve Güneydoğu’da gözle görülür bir hareketlilik içinde. Geçmişte buradaki belediyelerde yakaladığı bir ivme vardı, aynı havayı yeniden yakaladı. Halkı hedef haline getirmemek için davul zurnayla ilan etmiyor ama sessiz ve derinden bir çok köye girmiş durumda. Çevre illerdeki MHP teşkilatları terör örgütünün baskısı altındaki köylerde camiler yaptırdı mesela, halkın minnetini kazandı. Bugüne kadar radikalleşmiş Kürt vatandaşlar ‘PKK’nın siyasallaşması’nı iyi bir şey sanıyordu. Silahlar patlamayacak, kan akmayacak, onların yaşadıkları yerler de Türkiye’nin batısındaki iller gibi olacaktı. Böyle anlatmışlardı. Ama özellikle son dönemde BDP siyasetinin de gücünü terörden aldığını anladı Kürtlerin bir kısmı. PKK-KCK-BDP şimdi HÜDA-PAR da sahada; bu kayıkçı kavgasında bir sürü Kürt işinden, gücünden, ekmeğinden oldu. Doğduğu, büyüdüğü yerde barınamaz hale geldi. Kürtlere zulmeden bir Kürtçü hareket var şimdi. MHP buradan silme oy çıkaramayacak. MHP’den rahatsızlık duyulması “milliyetçi” olmasından, ideolojisinden filan değil; MHP’nin buradaki varlığı, siyasal faaliyet yürütmesi, yarışması, meydana inmesi ” normalleşme “nin göstergesi. Toplumu korkutarak pasifleştirmeye alışmış bölücüler bölge normalleşsin istemiyor ki!” diye konuşuyorlar.
Konu açılmışken HÜDA-PAR’ı da sordum:
“Büyük sermaye desteği var. En gözde, pahalı, güzel yerleri kiraladılar. Gövde gösterisiyle seçim büroları açtılar. BDP’nin rakibi olamayabilir ama AKP’nin olur!”

***

Diyarbakırlı MHP’liler Osman Baydemir’in Şanlıurfa’dan aday gösterilmesiyle ilgili gözlemlerini de paylaştılar. “Urfa bahane, Mersin şahane” onlara göre:
“Diyarbakır’ı cepte görüyorlar. Urfa’yı da köprü olarak kullanacaklar. Asıl hedefleri Mersin. Oraya kadar kesintisiz bir hat oluşturup, sözde “doğal sınırları”nı oluşturmayı planlıyorlar.”

***

Okudunuz işte... “Kürtlerin Türk partilerinde siyaset yapmaları silah zoruyla engelleniyor.” Peki... Bu -artık sinsi bile değil- aleni kuşatmayla mücadele görevi öncelikli olarak MHP’nin mi yoksa devletin mi? Devlet; “mesleği” insanlara silah çekilmesini, toplumun terörle sindirilmesini engellemek, teröristleri ve destekçilerini, ve iş birlikçilerini derdest edip olmaları gereken yere, demir parmaklıkların ardına tıkmak olan, bunun için maaş alan istihbaratçılar, güvenlik görevlileri, yargı mensupları nerede? “Ne bekliyor hâlâ” diye soracağım ama galiba beklemiyorlar bile, Güneydoğu’yu çoktan terk etmişler kaderine!
Yazıklar olsun bu vebalin sahibi her kimse.

Bağımlıyız da bağımlı...

Tayyip Erdoğan, Hürriyet gazetesini hedef alıp “Medya Dünyası’nda amiral diye geçinenlere sesleniyorum. Bu attığınız manşetler doğru değil. Adli Tıp Kurumu raporunu nereye saklayacaksınız, nerenize koyacaksınız” deyince, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu dün güya “cevap” verdi bu sözlere:
Vay efendim biz Zehra Develioğlu’nun iddiasını da manşet yaptık da. Ayşe Arman röportaj bile yaptı da... İsmet Berkan, Ertuğrul Özkök yazdı da... Ama bugün de bu iddianın aksi iddiayı da haber yapmak görevimiz de...
Bu sahiden cevap mı?
Yoksa izahat mı?
Bir Genel Yayın Yönetmeni’nin kendisini ve kurumunu Başbakan’a “aklama” ihtiyacı duyuyor olması hiç öyle “kahramanlık” filan değil, başlı başına medyanın içler acısı halinin itirafı!

Yazarın Diğer Yazıları