Diyarbakır’da tanık olmak
Neidüğü belirsiz gizli tanık ifadeleriyle yeni dalgada yeni adresler basıldı. Bu gerilime dayanamayan astsubayın eşi intihara kalkıştı. Malatya’daki korkunç cinayeti de Silivri’ye bağlayıp işi çıkmaza sokmak mı istiyorlar diye düşünmeden edemiyoruz. Dahası sinagog bombalamalarını da darbeyle ilişkilendirmek için ciddi çalışmalar yapıldığı duyumunu alıyoruz. Hatta bunun izlerine Balyoz iddianamesinde rastladık. Kamuoyu halen İbrahim Tatlıses suikasti ile uğraşırken Silivri’deki duruşmalarda iddianameyi baştan sona çürüten Çetin Doğan’ın savunması rutin haber muamelesi görüyor. Halen zanlılara savunma için bilgisayar hakkı tanınmış değil. CHP’nin davayı televizyondan canlı yayınlatma önergesinden de haber yok.
Miting ve gösterilerin meydanında üç ay önce yakılan Atatürk Heykeli onarılmış, kaidesi yükseltilerek yerine konmuş. Diyarbakırlıların Atatürk’ün sadece heykeline değil, onun mirasına ve ilkelerine de sahip çıkışına duygulandım. AKP’nin aday adayları cadde ve sokaklarda broşür dağıtıyor. Alıp okuyanların yanında direkt çöpe atanlara da rastlıyoruz. Ama başta CHP olmak üzere diğer partilerin faaliyetini görmedik.
Yoğun güvenlik önlemlerinin alındığı Cemal Temizöz ve Kamil Atağ’ın yargılandığı ünlü davayı izliyorum. İki yıldır dinlene dinlene bitmeyen tanıklar yine huzurda. Bu defa örgüt avukatlarının yönlendirip “Roj TV’den duyduk” diyen yalancı şahitler yerine 1992-1994 yılları arasında Cizre’de görev yapmış olan resmi yetkililer ifade veriyor. Geçen duruşmada Cizre eski kaymakamı bugünün Antalya Vali Yardımcısı Osman Bulgurlu kendisine yollanan mektuptan bahsetmiş ve nasıl ifade vermesi gerektiğine dair telkinleri anlatarak mektubu mahkeme heyetine teslim etmişti. Antalya’daki bir kargo şirketinden yollanan bu mektubu kimlerin hangi amaçla yaptığı halen tespit edilmiş değil oysa kamera kayıtlarından bu işin çoktan ortaya çıkarılması gerekirdi. Savunma avukatları ısrarla bunun aydınlatılmasını istiyorlar. Ama bir yıldır beklendiği halde gelmeyen sanık ve belgeler yüzünden yargı çok ağır işliyor. İki yılı aşkın süredir tutukluluk infaza dönüşmüş durumda.
İlk görev yeri Cizre’de 1992-1994 yılları arasındaki olayları anlatması için çağrılan halen Samsun Başsavcı Yardımcısı olan Atilla Ceylan aradan 18 yıl geçtiği için çoğu olayı hatırlamadığını beyan etti. Diyarbakır barosunun müdahil avukatları savcıyı öylesine sıkıştırdılar ki bir ara korkudan titrediğini herkes gördü. Kamil Atağ’ın babası, kardeşleri ve yeğenlerinin katledildiği akşam 19.00’da başlayıp sabah 05’e kadar devam eden çatışmada ölen teröristlerden birinin üniformalı olmadığını, sivil giyimli bu kişinin terörist sayılamayacağını öne süren avukatlar dönemin savcısına ağır suçlamalarda bulundular. Ayrıntılı otopsi yaptırmadığı için suç işlediğini iddia ettiler. Neye uğradığını şaşıran sanık savcının ifade vermekteki zorluluğuna hayret etmemek mümkün değil. Ölen şahsın üzerinden çıkan sürücü belgesini resmi tutanaklara geçirip altına imza atan savcıya “duruşmada dinlenen sanıklar o sürücü belgesinin arabadan yola atıldığını ve kendilerinin bulduğunu söylüyorlar.Siz savcı olarak yalan mı söylüyorsunuz” sorusuna şaşkınlıkla cevap bile veremedi.
Devletin vali yardımcısı savcısının bile ifade vermekte güçlük çektiği resmen korktuğu bir ortamda sağlıklı bir yargının yapılamayacağı aşikâr. Bu baskılara rağmen davanın Diyarbakır’da sürdürülmesine yapılan itirazlara da kulak tıkanıyor. Baro avukatlarının sanıklara “kan içici vampirler” gibi sözlerle saldırmaları işin cabası ama Kamil Atağ’ın itirazları tehdit olarak algılanıp zabıtlara geçiyor.
Balyoz davasından da tutuklu olan Cemal Temizöz bu defa yazılı savunma hazırlamamış. İki yıldır her duruşmada manifesto niteliğinde savunma hazırlayıp okuyan Temizöz’ü dinlerken Çetin Doğan’a benzetmiştim. Silivri - Diyarbakır hattındaki izlenimlerimi bu sütunlara sığdırabilmek çok zor. Silivri neyse de Diyarbakır’da süren yargılamada malum gazetelerin ısrarla yaptıkları kara propagandadaki amacın ne olduğunu önümüzdeki yazıda paylaşmak üzere Diyarbakır’dan selamlar...