Diyarbakır’da bilgi kirliliği
Davulun sesi uzaktan hoş gelir, ama bir süre yanı başında olunca kulak zarlarını zorladığı, daha sonra ise işitme kaybına yol açtığı bilinir. Nitekim yüksek sesle müzik yayını yapılan eğlence merkezlerinde “Dikkat! İçerideki sesler normal desibelin üzerinde olduğu için işitme kaybına sebebiyet verebilir” şeklindeki yasal bildiri notu herkesin görebileceği yere asılmak zorundadır. Türkiye’mizde bilgi kirliliğine dair bu sütunlardan onlarca yazıyı kaleme alan biri olarak sahaya inince, bilgi ve ses kirliliğinin bir müddet sonra sağırlaşmayla beraber ikna olma, bilinçsiz bir şekilde kanaate varmakla sonuçlandığına tanık oldum.
Cumartesi yazımda Diyarbakır’da olduğumu beyan etmiştim. Celal Güzelses’in ölümsüz eserlerini sakin bir ortamda dinlerken, “Siyasiler de Diyarbakır’dan ellerini çekerlerse, bin yıldır olduğu gibi burada insanlar barış ve kardeşlik içinde yaşamaya devam eder” düşüncesini paylaşan dostlara hak verdim.
Ajanların cirit attığı kentte bütün dünyanın gözlediği bir dava vardı. Görev yaptığı sırada Cizre’ye huzur getirdiğini Hasan Cemal’in yazdığı buna rağmen “Eğer Cizre’nin güvenliğini sağlayamadıysam özür dilerim” beyanında bulunan Albay Cemal Temizöz ile Cizre eski Belediye Başkanı Kamil Atak’ın yedinci duruşması vardı. Kentte görev yapan gazetecilerin bazılarına (Diyarbakır’da terör örgütünün baskısı yüzünden gerçek anlamda gazetecilik yapmak kolay değil. Muhabirlerin bir kısmı belediye ve dolayısıyla örgüt kontrolünde, diğerleri ise etliye sütlüye dokunmadan haber yapmak zorunda. Netice olarak buradan sağlıklı haber çıkması zor). Bu davanın başından itibaren nelerin olduğunu sordum. Güvenlik endişesi ile sağa sola bakıp, “Bir deli kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz” misalinde olduğu gibi birkaç duruşma sonra ifadelerin hayal unsuru olduğu olay tarihlerinin bile uyuşmadığı anlaşılınca, ifadelerini geri çekerek, “Kendilerinin yönlendirildiğini, baskı ile itirafa zorlandıklarını, bundan pişmanlık duyduklarını ama dava başlamış ortaya onlarca mağdur çıktığı için şu anda duruşmalarda mağdurlar dinlendiği için iş uzayıp gidiyor” dediler.
Şehir efsanesi niteliğindeki söylentilere fazla itibar etmem. Gece otel odasında canım sıkıldı. Bilgisayardan internete girip tıklayayım dedim. Aman Allah’ım!... 250 bine yakın haber çıktı. İddianame ve ifadelerle sabahı ettiğimde müthiş çelişkiler tespit ettim. Kamil Atak’ın oğlu Tamer Atak’ın önce tabancayla sonra da kalaşnikofla ateş ettiği bazı tanıklarca iddia edilirken, Tamer’in aynı tarihte Bilecik İl Jandarma Komutanlığı’nda askerlik yapmakta olduğu belgesiyle mahkeme heyetine verilmiş. Bu ve buna benzer yüzlerce çelişkiyle beraber son durumda “Cinayeti gördük” diyen Asker ve Rabiye Pekön çifti de ifadelerini geri aldı. Okuma yazmaları olmadığı halde tutanaklarda imzaları görünen, “Cemal Temizöz dövdü, Tamer Atak kurşunladı” diyen Pekön çifti, “Bizi yönlendirdiler, ifadede ne yazdığını bilmiyoruz, dolayısıyla ifadeler geçersizdir” diye dilekçelerini verince daha önce PKK davasından hapis yatan müdahil avukatlar “Baskı var” diye söz aldılar. Oysa baskının daha iddianame yazılmadan başladığını öne süren sanık avukatları savunmaya sıra geldiğinde bu ve buna benzer ifadelerin tamamen gerçek dışı olduğunun ortaya çıkacağını söylediler.
Cumartesi günkü “Diyarbakır’da ne var ne yok” başlıklı yazımda sehven Levent Temizöz yazılmış, bir tarafta aklımda Levent Göktaş kalmış elbette. Düzeltirken önümüzdeki günlerde Silivri’ye de gideceğimi ifade edeyim.
Diyarbakır’daki notlarıma devam edeceğim.