Diyarbakır hatırası...
Şu üzerinde gezindiğim caddenin isim sahibi Ali Emiri yıl 1916'da otuz altın bedel ve üç altın lira bahşişle kitapçı Burhan Bey'in tozlu raflarından almasaydı acaba Divanü Lügati't Türk'ten haberimiz olacak mıydı?
Yemen'de olduğunu işittiği bir kitabı almak için çalıştığı kurumdan izin alamayınca istifa etmeyi düşünen bir adam getirin gözünüzün önüne. "Deli" diyorsunuz. Eğer o kitap delisi olmasaydı Divanü Lügati't Türk kütüphanemizde olmayacaktı.
Ali Emiri Efendi'nin "Bu kitap değil Türkistan ülkesidir... Bu kitaba hakiki kıymet vermek lazım gelse cihanın hazineleri kâfi gelmez" sözleri Divanın bizim için anlamını hatırlatması açısından not edilmeli.
Şu tadilatta olan binada doğan bir diğer Diyarbekirli Ziya Gökalp, Ali Emiri Efendi'nin elindeki hazineyi görmek için aylarca kapı aşındıran bir başka Türklük divanesidir.
Bir tarafta Divanı düzenleyen Kilisli Rifat Bilge'ye evinin yarım tapusunu teklif eden Ali Emiri, diğer tarafta kitabın basımının kendisi için en büyük mükâfat olacağını söyleyerek bunu reddeden Kilisli Rifat.
Pusuda ise Divanın ismini duyunca "Leyla'nın adını duymuş zavallı Kays gibi ah çeken" Ziya Gökalp...
Bitmedi...
Ziya Gökalp ve Muallim Rifat'ın kurduğu "tezgah" ile "başına bir hal gelir" korkusuyla kitabı bastırmak istemeyen Ali Emiri'ye tekrar basım için ricacı olan bir de Başvekil vardır hikayenin tam orta yerinde.
Türklüğe tekrar kazandırmak için herkesin nefsini bir kenara bıraktığı kitap için Başvekil Talat Paşa 300 lira ihsan eder, lakin "vatani, millî hizmet karşılığında para almak ağır geldiği için" sadaka olarak dağıtılmasını rica eden bir portre vardır karşısında...
Sadakanın adı da "Divanü Lügati't Türk sadakası"dır.
Dünyada tek örneği olan kitabı kaybetmemek için bir buçuk yıl yanından ayırmayan, çocuklarına nöbet yazan, geceleri yastığının altında saklayan başka bir divane de Muallim Rıfat'tır...
Çocuklarına talimatı tam olarak şudur: "Eğer ev yanarsa bu çantayı alıp kaçacaksınız, bu kitap kurtulsun yeter, yatak yorgan yansın, boşverin!"
Kitabın ilk örneğini görmek için iki küsür yıl kapı aşındıran, devleti bu "hazine" için teyakkuza geçiren Ziya Gökalp'in durumunu ifade edebilecek bir kavram var mıdır?
Cumhuriyetin ilanı sonrası Divanü Lügati't Türk'ten haberdar olan Mustafa Kemal Paşa da bu hazinenin peşine düşen bir başka isimdir. Talimat verir, Divan'ın tercümesinin yapılmasını ister. Meclis bunun için Samih Rifat Bey'i ve İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif'i görevlendirir.
Mustafa Kemal divana o kadar sevdalanmıştır ki başka bir yedeğinin olduğunu zannettiği (Reşid Galip olmadığını söylemeye cesaret edemediği için) tercümeleri kendi hususi kütüphanesine ister.
Bu sebeple Divan'ın tekrar tercümesi için Kilisli Rifat Bilge ile pazarlıklar yapılır, lakin anlaşılamaz. Anlaşmazlıkla sonuçlanınca Divanın tercümesi Besim Atalay tarafından, Rifat Bilge'nin de teşviki ile yapılır.
Bugün dünyada okunan Divanların hepsi, Diyarbekirli Ali Emiri Efendi'nin yarısını borç bulduğu para ile aldığı, Kilisli Rifat Bilge'nin yaklaşık on yıl tashih ve tercümesi için peşinden koşturduğu ve bir diğer Diyarbekirli Ziya Gökalp'in bastırmak için devleti Ali Emiri'nin ayağına getirdiği, Mustafa Kemal'in Meclis'i harekete geçirdiği bu kitaptan neş'et etmiştir.
İşte Divanü Lügati't Türk böylesi "fena-fil kitap" divanelerin elinden geçmiştir.
Bundan onbeş yıl kadar önce önce bu hikâyenin tafsilatını yazmıştım. Diyarbakır'da yanımda Kaşgar'dan kopup gelen yol arkadaşlarımla Ali Emiri Caddesi'ni arşınlayarak Ziya Gökalp Müzesi'ne doğru yürürken bu hikâyeyi tekrar yâd ederek bir Diyarbakır hatırası not edeyim istedim.