Dışişleri alarm veriyor!
Son bir hafta içinde meydana gelen dört önemli gelişme Türkiye’nin dış ilişkilerinin hali pürmelalini yansıtır niteliktedir. Birincisi, ABD’de açılan bir davayla ortaya çıktı. ABD’de yaşayan Osmanlı vatandaşı Dikran Efendi ile Kalina Hatun’un torunları İncirlik bölgesinde “haksız yere el konulduğu” iddiasıyla yüz milyon dolarlık bir tazminat davası açarlar. Açılan bu dava dolayısıyla mahkeme Türkiye ile Ziraat ve Merkez Bankaları’ndan savunma talep eder. Hatta ABD Dışişleri Bakanlığı diplomatik nota ile Ankara’ya, “Davaya savunma göndermeniz zorunlu. Avukat tutun” diye yazar. Türkiye buna rağmen mahkemeye savunma göndermez. Mahkeme Türkiye’nin gıyabında hüküm verecek.
İkinci bir olay da Libya ile ilgilidir: Bilindiği gibi Türkiye, NATO’nun Libya’da “ne işi var” diyerek karşı çıktığı operasyona (her ne hikmetse) NATO ile birlikte müdahale etmişti. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, isyancıların Trablus’u düşürmesinin hemen ardından Libya’ya giderek, üç yüz milyon dolarlık bir çeki isyancıların liderlerine vermişti. Ardından da Libya ile ilgili olarak Uluslar arası Libya Konferansı iki gün önce Paris’te toplanınca bu toplantıya Dışişleri Bakanı Davutoğlu katılmıştı. Sarkozy, bütün konuklarını Elysees Sarayı’nın kapısında karşılarken, Davutoğlu’nu karşılamak için protokol müdürünü göndermişti. Bu da Türkiye’ye karşı yapılmış yeni bir “alçak koltuk” muamelesidir.
Üçüncü olay ise ABD’nin İran’a karşı Türkiye’nin Güneydoğu’suna yerleştireceği Füze Kalkanı Projesiyle ilgilidir. Türkiye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsünden bu konuya ilişkin şöyle bir açıklama geldi. “NATO yeteneğinin mimarisinde ülkemizin üstleneceği sorumlulukla ilgili teknik çalışma ve müzakereler yürütülmüş, nihayet bu çalışmalarda sonuç aşamasına gelinmiştir. Bu bağlamda söz konusu mimarinin bir unsurunu teşkil edecek olan ve ABD tarafından NATO’ya tahsis edilen erken uyarı radarının ülkemizde konuşlandırılması öngörülmektedir” .
Ardından da Pentagon’dan konuyla ilgili olarak “Türkiye’de kurulacak erken uyarı sistemi (füze kalkanı) 2011
sonunda hizmete girecek” açıklaması geldi.
Dördüncü olay ise BM’nin Mavi Marmara raporunun içeriğinin kamuoyuna sızmasıyla meydana geldi. İsrailli yetkililer, Palmer Komisyonu’nun raporunu kabul ettiklerini, raporun Türkiye’yle ilişkileri tamir etmesini umduklarını belirtti. İsrail’in filo baskını sırasında yaşanan ölümler için özür dilemeyeceğini tekrar eden yetkililer, “Can kayıpları için üzüntü duyulduğunu” belirtti. Bu gelişmeler üzerine Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, raporu değerlendirirerek, “İsrail’in bir bedel ödeme zamanının geldiğini” söyledi.Yaşananlardan İsrail’in sorumlu olduğunu dile getiren Davutoğlu, İsrail’e karşı atılacak adımları şöyle özetledi: “Türk-İsrail diplomatik ilişkiler ikinci kâtip düzenine indirilecek. Çarşamba günü büyükelçi ülkesine geri dönecek. İsrail ile yapılan askeri anlaşmalar askıya alındı. Seyrüsefer için gerekli görüldüğünde her türlü önlemi alacak. Türkiye Gazze’ye uygulanan ablukayı tanımıyor, vb. ”.
Yaşanan bu dört olgu Türkiye’nin etkinliğinin ve itibarının hangi düzeyde olduğunu iddia edilenlerin aksine gösterir niteliktedir. Bu gelişmeler “dünya devleti oluyoruz” söylemlerinin ne denli içerikten yoksun olduğunu da ortaya koyar niteliktedir. Bölge ve uluslar arası alanda “etkinliğimiz artıyor, Türkiye bölgesel güç oldu” söylemlerinin edildiği bir zamanda meydana geliyor. Yüzde yüz haklı ve mağdur olduğu konularda bile Türkiye’ye yapılan muamele ortadadır. Halbuki ABD’ye “Arap Baharı” adı altında bölgeyi dizayn etmesi için Türkiye, canhıraş bir destek vermişti. Bu durum bir kez daha uluslar arası ilişkilerde asli çıkarın tali çıkara, büyük çıkarın küçük çıkara, kalıcı çıkarın geçici çıkarlara nasıl tercih edildiğini bir kez daha ortaya koymuş bulunmaktadır. Uluslar arası ilişkilerde duygu politik değil, reel politik geçerli olduğu bir kez daha kanıtlanmış olmaktadır.