Dış politikada yüksek dozda odaklanma sorunu
Ademoğlunun sahip olamadığı özelliklere sahip olma çabası tarihte önemli denecek kadar büyük bir hacimde yer işgal etmektedir. Popüler kültürün tanımıyla madenleri altına çevirme çabası olan, simya ilmiyle uğraşan birinin madenlerin kimyasal tepkimeleri sonucu zehirlenerek hayata veda etmesi, bilim uğruna verilen bir ömrün bilimsel olarak açıklanamayacak şekilde son bulması, fetih için hazırlanan kumandanın şahadeti gibi çoğaltılabilecek örnekler bunlara kanıt olarak gösterilebilir. İş, özellikle ölümsüzlüğe geldiğinde görülecektir ki insanın ölümsüzlük peşinde harcamış olduğu ömür en beklenmedik anda ölümle son bulmuştur. Atasözünde bahsedildiği gibi tabii ki “Her ölüm zamansız ve anidir.” Belirli bir noktaya odaklandığınız için diğer her şeyi görmezden gelme sizi öyle bir batağa sürükler ki, çaresini aramış olduğunuz bir hastalık(!) tarafından yenilme geriye trajikomik bir öykü bırakmaktadır.
Günümüz şartlarında ele alacak ve bunu Türk Siyasal hayatına uyarlayacak olursak bu yüksek doz(!) odaklanmanın, ülkemize ekonomik ve politik olarak vermiş olduğu zararları çok açık bir şekilde görebiliriz. 2001 krizinden ağır yaralı bir şekilde çıkan Türkiye, geleceğini; o dönem için her partinin alternatifi olarak görünen Adalet ve Kalkınma Partisi’ne teslim etti. Ekonomik olarak (...)Amerika’dan ithal edilmiş bir bürokratın Batı merkezli uyguladığı politikalara devam eden genç hükümet istikrarı sağladıktan sonra asıl hedef olarak kendisine belirli bir program belirledi ve bunu uygulamaya koydu.
“Bölgesel Güç Olma” olarak da lanse edilen bu anlayış birçok ayaktan oluşuyordu. İç politika, ekonomi ve dış politika eksenli bu program için halktan bir kez daha güvenoyu alan AKP artık güçlenmiş bir şekilde tek başına iktidar oldu. İç politikada yıllardır süregelen yeni ve sivil anayasa çalışması üzerinde durulurken, iktisadi alanda teşviklerin kapsamını genişleterek üretim hacmini artırmayı hedefledi. Dış politika da ise son yılların moda deyimiyle bir “açılım” gerçekleştirip, özgün(!) bir politikanın peşine düştü.
Tarihler 1 Mayıs 2009’u gösterdiğinde bu yeni dış politika vizyonunun mimarı olan Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı olarak atandı.
Görevi devralmasıyla beraber “Bölgesel Güç” olma yolunu “komşularla sıfır sorun politikası” ekseninde çizen bakan, Türkiye için çoğu radikal olan bir dizi yeni politika geliştirdi. (...) Egemen gücün gölgesinde, bölgesel güç olma Türk milletinin vesayet kabul etmeyen yaradılışına ters olduğundan ardı arkası kesilmeyen “çıkarcı” politikalara veryansın eden halk, sonuca “abartılmış” konsantrasyonla bağlı hükümeti bu konuda dizginlemeye başladı.
Batı’nın kayıtsız şartsız müttefikliğini kabul eden Türk Dış Politikası tökezlemeye başlayınca, Batıyla karşılıklı müzakere sonucu ağırlığı İslam coğrafyası olan Orta Doğu için çizilmiş “Büyük Orta Doğu Projesi” için direkt müdahale yerine, “yumuşak güç” kavramı ön plana çıkartıldı. “Orta Doğu halklarına özgürlük!” sloganını şiar edinmiş emperyalist destekli sözde devrimci anlayış, tamamen milli kaynaklara dayanan ve Batı’nın tasmasını reddeden Orta Doğu rejimlerine karşı suni ayaklanmaları organize etti. Bu ayaklanmalar sonucu çoğu lider ülkesindeki yönetim erkinden vazgeçti. Daha “demokratik” bir ortamı vaat eden sözde “bahar” anlayışı ülkelerin istikrarlarını bozduktan sonra her nedense daha katı rejimlere doğru yol almaya başladı. Bu sürecin başında demokrasi tellallığı yapan Batı ise şu an kurulan ve bir öncekilerden daha anti-demokratik olan bu yönetimlere karşı kör ve sağırı oynamaya başladı bile.
Bu süreçte tarafsız kalmayı beceremeyen Türkiye Cumhuriyeti Batı müttefikliğinin gereği destek verdiği ayaklanmalar sonunda, yeni kurulmuş hükümetlerle sıfır ilişkiye sahip olmasının ötesinde hepsinde de potansiyel bir düşman algısı yarattı.
Sıfır sorun denerek başlanan sürecin sorunlar yumağına dönüşmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgede artık müdahaleci(!) olarak etiketlenmesi, 2023 vizyonunu tehlikeye soktuğu gibi bir sonraki nesillere de çözümlenmesi zor düşmanlık tohumları yerleştirdi. Son iki üç gündür kulislerde konuşulan “Ahmet Davutoğlu’nun istifası acaba bu süreçte bir dönüm noktası olabilir mi?” sorusu herkesin zihnini meşgul etmeli. Geçmiş ve geleceği önümüzdeki terazilere koyup tartmalı ve doğru olanı yapmak için kamuoyu oluşturmalıyız.
Mustafa Yiğit / Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
+++
Dışişleri Bakanı kendinden emin bakışlı aşiret reisi Barzani karşısında kafasını eğerek arzıubuded eyliyor. Türklüğümden de değil insanlığımdan utandım.
İlhan Turalı
+++
“Misyon
adamları”
1 Ağustos günü sayfanızda yer verdiğiniz Fehmi Koru yazısında, Fehmi Bey başbakan ve cumhurbaşkanı için “misyon adamları” demiş. Misyonlarını ve misyonerliklerini bugüne kadar yaptıkları icraatlarında görüyoruz. Son haçlı savaşında tuttukları taraf olsun, Irak’lı Müslümanlara tecavüz dahil her tür iğrençliği sergileyen ABD’li askerlere dualarını eksik etmeyişleri olsun, Ekümenlik denen şeyi tanıyor ve Kıbrıs’ı görmezden geliyor oluşları olsun, daha bir çok konuda yabancı misyonerlerin başaramadığı şeyleri yapmış olmaları... Evet Fehmi Bey doğru tespit yapmış; ama herkesin misyoneri kendi halkı için çalışırken bizimkilerin kime çalıştığını anlamakta zorluk çekiyoruz.
Figen Gül Erzurum
+++
Ellerinle düşürürsen yasalardan adını
Günü gelir görürsün böğrüne ellerin düşer
Bugüne kurban edersen gafletinle yarını
Köksüzlüğün çukuruna öz nesillerin düşer
Yahya Akengin
+++
“Kendisine dinsizliği nasip ettiği için Allah’a şükretmek” Bu ifadede bir çelişki yok mu? Ben mi anlayamadım yoksa Ahmet Altan mı ne yazdığının farkında değil? Olmadığını ikrar ettiğin bir yaratıcıya şükretmek. Ama ille de misafiri olmak istiyorsa, o ev (cami), kapısını bir sabah değil her sabah, her akşam sonuna kadar açar.
Rahmi Coşkun
+++
PKK yerine TSK’yla mücadelenin kaçınılmaz sonu: ŞEMDİNLİ
2004 yılından beri düzenlenen kampanyalarla TSK halkın gözünden düşürüldü. Samanyolu, Taraf başta olmak üzere Doğan medyası da dahil tüm yayın organları askere saldırdılar. Bu yetmiyormuş gibi, PKK ile mücadele edip, ağır kayıplar verdiren bütün komutanlar şu an uydurma sözde kanıtlarla hapiste tutuluyorlar. Deneyimli komutanların yerine yenilerinin yetişmesi için zaman gerek. Ortaya çıkan resimde, Şemdinli’de 500 teröristle başa çıkamayan bir ordu görünümü var.
Suçlu Türk askeri, Türk ordusu mu yoksa onu yıpratanlar, her gün küfredenler, hakaret edenler, kozmik odasına girenler, cephane kamyonunu televizyona çekenler, bavul dolusu sahte belgeyi yayınlayanlar mı?
Beğenilmeyen 90’lı yıllarda binlerce PKK’lıyı ezen, yok eden aynı Türk ordusu aynı Türk askeri değil miydi?
10 yılda nelerin değiştiğini düşünme zamanı gelmedi mi?
Coşkun Telciler
+++
Camideki imam Suriye’deki Müslüman kanının durması için cemaatten dua istiyor; yetkili ve de etkili ekabirler kanın daha çok ve şiddetli olması için çaba sarf ediyor. Bu işte bir yanlışlık vara ama neresinde anlayana aşk olsun...
Lütfü Aslan
+++
Demokrasici
geldi haaanım!
Demokrasi geldi ülkemize 60 küsur yıl önce...
Nasıl, Afrika’ya incik boncukla, papazı, rahibi ve Haç’ıyla, medeniyet geldiyse !
Bize de bebelere süt tozu, Missouri zırhlısı, 6. Filo’nun Conileri ve dahi türbanla geldi demokrasi!
Analarımızın baş örtüsü gitti, demokrasinin türbanı geldi !
Demokrat olduk hamdolsun!
(...)
Demokrasi geldi memlekete.
Yağma Hasan’n böreği!
Çalana çırpana, yalana dolana.
Oğula kıza, geline damada, toruna, yandaşa candaşa, tarafa .
***
Demokrasi geldi KİT’lerimize,
fabrikalarımıza.
Bizim olan fabrikalar, tersaneler, limanlar,
İşimiz, aşımız, ekmeğimiz,
Ecnebinin oldu!
***
Demokrasi geldi Irak’a, Coni’siyle,
Toni’siyle!
Tecavüz, işgal, talan demokrasisi!
Petrol kuyuları Sam Uncle’a , Demokrasi Arap’a!
“Esed gidecek” buyurmuş şimdi de,
Suriye’nin kapısını zorlamakta.
***
Gözünüz aydın, demokrasi artık
evlerimizde!
Evlere şenlik!
Kaç çocuk yapacağınza , sezeryan mı, kürtaj mı olacağınıza?
Sen kafanı yorma, demokrasi karar
verecek.
Haanıııım , bohçacı geldi!
Pardon, demokrasici geldi !
Demokrasi geldi hanım, aç kapıyı!
Ayşe Meral /ulusalbakis.com
+++
Sen sahip çıkmazsan
eller gelir sahiplenir
Kırklareli Lisesi son sınıfta kimya dersinden bir yıl beklediğim sürede (1956-57), Çorlu merkezli olarak Delta firmasının taşeronu olarak Trakya’da yer altı petrol ve doğal gaz arayan American Overseas firmasında çalıştım. Görevim, yer altında patlatılan dinamitlerin grafiklerini işaretlemekti. Ancak, Amerikalı uzmanlar bu grafikleri gözden geçirirken bazılarını çekip alırlar ve onları kendileri ayrı bir kutu içinde ABD’ye gönderirlerdi. İnanıyorum ki o şeritler bazı önemli göstergeleri taşırdı da ben veya benim Türk çalışma arkadaşlarım birbirimize bakar ve sorgulayıcı bakışlarımızı paylaşırdık, o kadar...
Alt/üst kaynaklarıyla birlikte toprağımıza sahip çıkmazsak birileri sahiplenir.
M. Ali Sulutaş
+++
“Nitelikli
müşrikler” üzerine
Necip Fazıl’ın “Camileri ibadet zindanı yapanlar” dediği bunlar olmalı.
Çünkü gerçekten ibadete düzenli devam ediyorlar ancak bir zalimden daha çok zarar verebiliyorlar. Ve bu zulmü yaparken mutlaka ayetleri ve hadisleri dayanak gösteriyorlar.
Ve bu “nitelikli müşrikler” üzülerek itiraf söyleyeyim ki, muhafazakar toplum içinde yoğunlaşmışlar.
Muhafazakar partilerin hepsinde ve dini gruplarda bunlardan bolca mevcut, hatta bu sosyal kümelerin salt yoğunluğunu bile bu niteliksiz “nitelikli müşrikler” temsil ediyor.
Asaf Halet Çelebi’nin “İbrahim içimdeki putları kır/Kırılan putların yerine yenisini koyan kim?” şiirinde bahsedilen de bunlar olmalı.
Peygamber efendimiz zamanında bu nitelikli müşrikler namazlarını düzenli hatta herkesin görebileceği yerlerde kılarlardı. Secdeye varınca parmaklarını açar ve avuçlarında sakladıkları putları öperlerdi.
Günümüzde bu nitelikli müşrikleri tanımak çok kolaydır. Çünkü bunlar bulundukları yerdeki şef-müdür-başkan-genel müdür-bakan vb. yetkili kişiler çevresinde gruplar halinde namaz kılarlar ve yetkili kişi namaz bitiminde sağa-sola dediğinde her iki tarafında da bunları görür. Nitelikli müşrikler bununla yetinmezler cami çıkışında kapı önünde dizilip yetkili kişiye -Allah kabul etsin- deme yarışına girerler, namazdan önce de cami önünde bekleyip YETKİLİ KİŞİ gelmeden namaza girmezler.
Ve bir gün; yetkili kişi’nin yetkileri tükendiğinde nitelikli müşrikler herkesten önce sırtlarını dönerler. Tıpkı Cemil Meriç’in dediği gibi “Mussolini’yi asanlar onun çizmelerini yalayanlardır”
Metin Köse