Dış açığı kim istiyor? -2-
Dün, “Dış açıklarda rekor artışları tartışıyoruz... Ancak nedenlerini tartışmıyoruz...” diye yazmıştım. Bu çerçevede iç tasarruf açığı ve büyümenin dış açılardaki etkisini ifade etmiştim. TL’nin aşırı değerli olması da dış açığı etkiledi. Ayrıca, varlık satışları ve dış borçlanma nedeniyle, faiz ve kâr çıkışı da cari açığı besleyen bir süreç yarattı.
Türkiye’nin sanayileşmiş ülkelere göre rekabet gücü düşüktür. Merkez Bankası’nın 2003 temel yılı ve TÜFE ve gelişmiş ülkeler bazlı reel efektif döviz kuru endeksi, Şubat 2011 için 124.98’dir. Gelişmekte olan ülkelere göre ise 96.97’dir.
Yani gelişmiş ülkelerle yaptığımız dış ticarette TL yüzde 24.98 oranında aşırı değerli paradır. Bu ülkelerle rekabet edebilmek için bir doların 1.52 lira yerine 1.90 lira olması gerekiyor. Gelişmiş ülkelerle olan dış ticaretimizin, toplam dış ticaretimiz içindeki payı gelişmiş ülkelere göre daha yüksektir.
Aşırı değerli liranın getirdiği düşük rekabet gücü, ithalatın daha ucuz olmasına, ihracatın daha pahalı olmasına neden oluyor, sonuçta ithalat ihracattan daha hızlı artıyor.
Değerli lira, ithal mallarının fiyatının düşük kalması demektir. Merkez Bankası ve ekonomi yönetimi bu yolu enflasyonu düşürmek için kullanmıştır. Ne var ki, değerli para aynı zamanda aramalı ve hammadde ithalatının da iç üretime tercih yolunu açmıştır.
Toplam ithalatımız içinde yatırım ve sermaye malı oranı yüzde 15.5’tir. Bu oranın on puanı mevcut olan yatırımların yenilenmesi ve revizyonu için ithal ediliyor. Bu demektir ki Türkiye yatırım yapmak için dış açık vermiyor. Aramalı ve hammadde ile tüketim malı ithal ederek dış açık veriyor. 2010 yılında toplam ithalatın yüzde 84’5’i aramalı-hammadde ve tüketim malıdır. Özet olarak, uluslararası piyasalarda rekabeti belirleyen temel öge kurdur. Elbette ki kalite ve verimlilik artışı da önemlidir. Ancak kaliteyi ve verimliliği tüm ülkeler artırmak ister. O zaman kullanacağımız tek araç kur kalıyor. Bunun içindir ki ulusal çıkarlarını korumak isteyen Çin gibi ülkeler milli paralarını baskılara rağmen değerli yapmıyor.
Yapılması gereken, gerçekçi kur sistemi olan kontrollü kur sistemi, başka bir ismiyle yönetilebilir kur sistemine geçmektir. İthalatın finansmanı, 2008 yılına kadar özel sektörün dış borçlanma yoluyla ve kârlı şirketlerin yabancı sermayeye satışı yoluyla (örneğin bankacılık sektöründe yabancı sermaye payı yüzde 42’dir.) ayrıca kamu altyapı yatırımlarının blok satış yoluyla yabancı sermayeye satışı ile yapılmıştır.
Yabancı sermayeye bu gibi varlık satışları, o yıl cari açığın finansmanını sağlamıştır. Ne var ki orta ve uzun dönemde ve her yıl artarak olarak dış borç faizleri, yurt dışına çıkan kârlar da cari açığın süreklilik kazanmasına yol açmıştır. Türkiye’den her yıl ortalama 5-6 milyar dolar kâr ve 10 milyar dolara yakın faiz çıkıyor.
TÜRKİYE’DEN KÂR TRANSFERİ (MİLYAR DOLAR)
YILLAR Doğrudan Portföy TOPLAM
yatırımlar yatırımları
2002 108 2.244 2.352
2003 440 2.216 3.056
2004 779 2.905 3.704
2005 850 3.326 4.176
2006 1.053 3.463 4.516
2007 2.100 3.735 5.835
2008 2.610 3.523 6.133
2009 2.729 2.994 5.723
2010 2.483 3.045 5.528
Kaynak: Merkez Bankası 9 YIL TOPLAMI 41023
Öte yandan, ithalatın finansmanı nedeniyle dış borç yükü artmıştır. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri dışında, Türkiye’nin dış borç yükü, gelişmekte olan ülkeler ortalamasından, Asya ülkelerinden, Orta Doğu ve Afrika ülkelerinden daha yüksektir. Ayrıca, dış borç maliyeti de yüksektir. Hazine müsteşarlığı verilerine göre, 2010 yılına kadar Türkiye dolar cinsinden yüzde 7 ve üstündedir.2010 yılında ise Türkiye dolarla alınan dış borç için yüzde 6.2 ve Avro için yüzde 5 faiz ödeyecektir. Dış borç faizi ile varlık satışlarından dolayı ve portföy yatırımlarından dolayı kaynak transferi, cari açığı artırmaktadır. Başka bir ifade ile cari açığın finansmanı da cari açık için bir tuzak olmuştur. Cari açık kendi kendini besleyen bir kısır döngü içine girmiştir.