Dinamitten yıkıma, kırbaçtan ranta...

Ne zaman kurulduğu bilinmiyor orasının...

Ancak antik döneme kadar uzanan tarihi, arkeolojiye her zaman şu gerçeği de gösteriyordu;

Tarih, neredeyse tüm uygarlıklara sahne oldu orada...

Ve neredeyse tüm uygarlıklar tarihin yeni sayfalarını da orada açtılar...

Çünkü o muhteşem höyükte yapılan kazılarda, 3.500 yıldan 12.000 yıl öncesine kadar arkeolojik buluntulara rastlandı...

Tarihin tüm renklerinin birbirine girdiği ve her uygarlıktan parçaların binlerce yıl sonra bile yan yana durduğu bir medeniyetler mozaiğiydi orası...

"Bereketli Hilal" olarak bilinen Mezopotamya'dan Anadolu'ya uzanan güzergahta ve Dicle Nehri kenarında bir "geçiş kapısı" olarak kurulan o bölgeden kimler gelip geçmedi ki yüzyıllar boyunca;

M.S 2. ve 3. yüzyıllarda sınır yerleşimi olarak Bizanslılarla Sasaniler arasında el değiştirdi orası...

Roma İmparatoru II. Constantius, kuşatmalardan korunmak için bölgede kaleler inşa etti...

Roma ve Bizans egemenliğinden sonra Hıristiyanlık bölgede yayılınca, Süryani piskoposluğunun merkezi oldu, Kardinal ünvanı oraya verildi...

Halife Ömer döneminde Müslümanların eline geçti...

Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler ve Mervaniler derken, Artuklular ele geçirdi orayı...

Artuklulara başkentlik yaparken, önce Eyyubiler sonra Moğollarca kuşatıldı acımasızca...

Tahribat 1160'larda başladı, uygarlıkların ve kültürlerin mücadelesi yine de bitmedi orada;

14. yüzyılda önce Akkoyunlular sonra Eyyubiler, Safeviler yönetti, ve 1515'te Osmanlı topraklarına katıldı o muhteşem coğrafya...

18. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, o şaşalı duruşundan giderek uzaklaşırken, etkisini kaybetmeye başladı ve yavaş yavaş tükenişe geçti bir harabe gibi...

1867 yılından sonra Mardin Midyat'a, 1926 yılında Gerçüş ilçesine ve 1990 yılında ise ilçe olarak Batman'a bağlandı...

500 bin ton çimento!..

Uygarlıkların egemenlik mücadelesine, savaşlara, yıkımlara ve tahribatlara rağmen Güneydoğu tarihinin o çarpıcı mekanlarından biri olarak 1990'lara kadar ulaştığında, bazen gizemli, bazen ürkütücü görüntüsü ile turistik açıdan çekim merkezi olmaya devam etti...

Ancak devlet hangi akla hizmet ettiyse, oraya bir baraj yapmaya kalkıştı ve Moğolların bile ortadan kaldıramadığı bir uygarlığın yok oluş süreci başladı... Çünkü inşaat sırasında tonlarca dinamit kullanıldı!!!

10-temmuz-2020-mehmet-farac-dinamit-2.jpg

Tarihin en karmaşık dönemlerinin muhteşem kalıntılarını taşımak için bölgeye üç kilometre uzaklıkta yeni bir yerleşim kuruldu!..

İşte oradaki kale kapısı gibi büyük ölçekli yapılar, türbe ve zaviye gibi tarihi mekanlar yuvalarından edildi...

İmam Abdullah Zaviyesi, Artuklu Hamamı, Zeynel Abidin Türbesi, Sultan Süleyman Koç Camisi, Er-Rızık Camisi ve Eyyubi (Kızlar) Camisi, Dicle Nehri kıyısında kurulan sözde Kültürel Park'a taşındı....

Barajda 2019 yılı sonunda su tutulmaya başlanınca, işte o muhteşem uygarlığın geçmişi ve sarsıcı izleri tamamen su altında kaldı...

Velhasıl, terörün o dehşet verici saldırılarına rağmen her yıl yüz binlerce turistin görmek için Güneydoğu'ya akın ettiği Hasankeyf, siyasal İslamcıların iktidarı döneminde 500 bin ton çimentonun altına gömüldü!..

Hem de Dicle Vadisi'ndeki yaban hayatı canlıları ve doğal yaşam, tüm güzellikleriyle birlikte toprağın altında kaldı, Hasankeyf'in özü, doğal görüntüsü ve tüm arkeolojik izleri yok oldu...

10-temmuz-2020-mehmet-farac-dinamit-1.jpg

Devletin Anadolu Ajansı, Mezopotamya tarihinin egemenlik savaşlarına sahne olan ve görünümü ile bölgeye gelen herkeste şaşkınlık yaratan nehir kenarındaki o uygarlık kalıntılarının yok edilmesini sıradan bir olay sanmış olmalı ki, "Hasankeyf yeni yüzüyle ziyaretçilerini bekliyor" diye haber yapınca, tarih-baraj-yıkım üçgenindeki son rezaleti tüm dünya görmüş oldu...

Oysa "tarihin yeni yüzü" tanımlaması bile Hasankeyf için başlı başına bir skandal...

Çünkü Hasankeyf, geçmişin sarsıcı izlerini barındırması açısından, tüm doğallığı ve görkemiyle günümüze kadar ulaştığı için önemliydi...

İşte bu yüzden de, baraj yapma uğruna tarihe yeni yüz monte etmeyi bir başarı gibi göstermek, uygarlıkların izleri üzerinde acımasızca ve pervasızca tepinmekten öteye gitmeyecektir...

Katledilen Hasankeyf...

Derler ki; binlerce yıl önce Dicle Nehri'nin kıyısına kurulan Hasankeyf'te ilk insan izleri onbinlerce yıl önce görülmüştü...

Ve ilk yerleşimin ise 12 bin yıl önce gerçekleştiği tahmin edilen Hasankeyf dünya üzerindeki sayılı açıkhava müzelerinden biri olarak arkeoloji dünyasını da, kültür-sanat ve tarih sevenleri de yüzyıllar boyu şaşırtmaya devam etti...

Kuruluşundan itibaren en az 24 medeniyete ev sahipliği yapan Hasankeyf adeta gafil avlandı!!!

Çünkü Hasankeyf, 289 höyükten sadece 20'sinde kısmen arkeolojik kazı yapılmışken, 199 yerleşim yeriyle en az 100 endemik tür ve soyu tükenme tehlikesindeki canlılara ev sahipliği yaparken katledilmişti...

İslam mimarisinin M.S. 12. ile 15'inci yüzyıllara ait bazı başyapıtlarına da sahip olan Hasankeyf, Artuklu, Eyyubi ve Selçuklu şehir kültürünün en iyi korunmuş tanıkları arasında da gösteriliyordu...

1978 yılında Anıtlar Yüksek Kurulu'nca Birinci Derece Arkeolojik Sit Alanı ilan edilen Hasankeyf, 1981 yılından itibaren Kültür Bakanlığı'nın koruması altındaydı...

Evet; Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi'nin verilerine göre, binlerce yıllık tarihi kalıntılar, ekonomik ömrü ancak 50 yıl olan bir baraja kurban edildi...

O halde soralım; Amerikalılar, Washington'daki Amerikan Ulusal Tarih Müzesi'nde (National Museum of American History) Indiana Jones filminde kullanılan kırbaç, deri mont ve şapkayı turistlere 50 dolara gösterirken, Hasankeyf'i yerle bir eden dinamitler Türkiye'ye ne kazandıracak?..

10-temmuz-2020mehmet-farac-hasankeyf.jpg

Yazarın Diğer Yazıları