Din, siyaset ve daha neler!
Önemli bir Saadet Partilinin HAS Parti’ye katılanlar için, “Ahiretleri tehlikede” demesi Ahiret açısından içinde üç büyük tehlikenin barındığı bir ifade olmuş. Bir Müslüman “şüpheli”den bile kaçınırken “tehlikeli” olduğu hemen fark edilen böyle bir sözü o SP’li niye söyledi, doğrusu anlamak mümkün değil.
Nedir bu üç tehlike sıralayalım:
Bir: HAS Parti’ye katılanların ahiretlerinin tehlikede olduğu Kur’anla, Hadis’le, icma ile sabit midir? Değildir. Belki “Kıyas” ile bir yerlere varılabilir amma o sözü söyleyen kişi bir İslâm alimi değildir ki “Kıyas” yetkisi kullanabilsin.
İki: Mef’ul-ü muhalifinden hareketle bu söz ile kastedilen “SP’de kalanların ahiretleri garantide” demek ise SP’liler Aşere-i Mübeşşere’den sayılmış olmuyor mu? Doğrusu büyük cüret.
Üç: Diğer bir tehlike ise o sözü söyleyenin kendini birilerinin ahireti konusunda yetkili görmesidir ki; eh, madem cesaret ettiler, sonuçlarına da katlanırlar diyerek bahsin bu bölümünü kapatalım.
Siyaset din üzerinden yapılınca ortaya işte böyle neticeler çıkıyor.
Din siyaset dışı mıdır derseniz bütün kalbimle “değildir” derim. Öyleyse o SP’liye niye itiraz ediyorsun diye soracak olursanız, o zaman, SP dâhil Türkiye’de hiçbir parti referansını Kur’an ve sünnetten almıyor da ondan derim. Herkes biliyor ki SP dâhil bütün partiler “mevcut düzenin partileri”dir. O ne kadar değilim dese de, gerçek budur. Öyle olmasaydı kapatılmaları gerekirdi. Yine herkes biliyor ki partiler Meclis’e geldiklerinde milletvekillerinin edecekleri yemin metni, SP’li olanlarla HAS Parti, AKP yahut CHP’li olanları Allah katında aynı derecede bağlar. Önemli olan iktidar olunca ve Meclis’e girince verilecek imtihandır. Bir HAS Partilinin imânı ne kadar tehlikede ise o sözü söyleyen SP’li dâhil bütün SP’lilerin imanları da o kadar tehlikededir. Hepimizin imânı tehlikede değil midir? İmânı en büyük tehlikede olan ise imânını tehlikede görmeyendir.
O SP’linin bu tavrı siyaseti “bilgi” ve “beceri” üzerinden değil “duygu” ve “din üzerinden” yapmanın alışageldiğimiz hâlidir. Siyasette elbette din de duygu da lâzımdır, elzemdir. Ama sen elle tutulur gözle görülür bir delil yahut karşı tarafın bir ikrarı olmadan rakibinin ahireti hakkında söz söylersen insana “Kusura bakma” derler ve ardından başka şeyler de söylerler.
Velhasıl o kişi ciddi bir yanlış yapmıştır.
HAS Parti’ye gelince..
Bu partinin bizde uyandırdığı his, AKP’nin yeni versiyonu hissidir. Elbette “his” diyoruz, çünkü ortada icraat yok. Söylem olarak o kadar benziyorlar ki. Siz bakmayın Füze Kalkanı bahsinde “Biz olsaydık yapmazdık” sözlerine. Bırakınız muhalefette böyle şeyler söylemeyi, daha Kalkan kabul edilmeden iki gün önce AKP de aynı şeyleri söylüyordu, sonucun ne olduğunu hep birlikte gördük. Bütün samimiyetimle inanıyorum ki, bu Füze Kalkanı meselesi iktidarda hangi parti olsa netice aynı olurdu. Niye demeyin, çünkü bu projeye hayır diyebilmek için ekonomik ve askerî olarak kendi gücünle ayakta durabilecek bir potansiyelinin olması gerekir. AKP’nin ekonomideki gücü “üretim”den değil “sıcak paradan” geliyor. Adamlar alıp paralarını gidiverse benzin kuyruğundan geçilmez, doğalgaz kesilir, hazine tamtakır olur. Erdoğan bunu bildiği için 1 Mart tezkeresi öncesi de, “Bu tezkere geçmezse, memurun maaşını ödeyemeyiz” demişti. İnanınız o günden bugüne çok daha kötü şeyler oldu. Fert başına düşen dış borç iki bin dolara varmamışken 6 bin dolara, o gün 80 milyar dolar olan dış borç bugün 580 milyar dolara yükseldi. Askerî olarak ise NATO’ya göbekten bağlı değil miyiz? Bu ahval ve şartlar altında Füze Kalkanı’na nasıl hayır diyecektik ki. Nitekim diyemedik işte.
Netice-i kelâm:
İnsanları öldükten sonra cennet ve cehenneme gönderme yetkisini Allah’ın elinden almaya kalkan siyasetçilerin asıl görevi, beceriksiz siyasetçilerin cehenneme çevirdikleri bu ülkeyi cennete çevirmek olmalı değil midir?