Diliniz KABA vicdanınız TAŞ
Bir de doğru söylemiyorsunuz!
***
Niyetim, “bavul cinayeti(!)”nin zanlılarına dönük yargı girişimini “Bir gazeteci daha sadece gazetecilik yaptığı için tutuklandı” biçiminde -virüs gibi yayılan- çarpıtma eğilimine karşı, Taraf külliyatından “gazetecilik ne değildir” örnekleri sunmaya devam etmekti aslında bugün de...
Gelin görün ki “1 gün” gibi uzun vadeli(!) planlar yapılamıyor ülkemizde.
Nitekim dün gazeteleri açtık ve o da ne?!...
Tamamı iktidara yakın yayın organında olmak üzere -eksiği yok fazlası olabilir- 13 köşe yazısının başlığı aynı! (Yalan da olmasın, ’selvi dillim bodur zihinlim’kopyalamayı beceremeyince, kelime farkıyla bozmuş yandaş dayanışmasını!)
“Vesile” değişti değişmesine de yazının omurgası aynı;
Çünkü...
Namı diğer “haham-imam”, “eşcinsel-muhafazakâr”, “tanık-sanık” , “ihbarcı-iftiracı” , ne idüğü hâlâ meçhul Tuncay Güney’in, bütçesi vergilerimizle oluşan kamu kanalından saatlerce, sayısız kişi ve kuruma akıl almaz, hakaretamiz suçlamalar yöneltmesi için yapılan “çanakçılığı”, “habercilik” olarak tanımlayan... Daha fenası, vaktiyle bir meslektaşını “maskesini düşürdüğü” İsveç’e jurnalleyerek uluslararası kriz çıkmasına ve o meslektaşının Türkiye’de devlet televizyonundaki işini kaybetmesine yol açabilmiş Yavuz Baydar’ın, şimdi kalkıp da bavulcu Mehmet Baransu’yu “gazetecilik ilkeleri”yle savunmasını ne derece trajikomik bulduysam;
Star, Sabah, Yeni Şafak, Türkiye ve Yeni Akit gibi “dil” ve “vicdan” karnelerinde “hal ve gidiş”leri kronik yıldızlı zayıf olan adreslerden, “Kabataş fantezisi” nden haz alamayanlara “Diliniz KABA vicdanınız TAŞ” diye höykürülmesini aynı derecede trajikomik buldum;
Gülemiyorum bile!
***
Ahmet Kekeç, Ardan Zentürk, Halime Kökçe, Murat Çiçek, Saadet Oruç, Mahmut Övür, Abdülkadir Selvi, Yasin Aktay, Kemal Öztürk, Merve Şebnem Oruç, Fuat Uğur, Ersoy Dede, Kenan Alpay diye isim isim sicil döküp kimseyi rencide(!) etmek istemem -ki “vicdan” böyle bir şey oluyor- lafım ortaya:
Olabilir, “Böyle buyurdu baş genel yayın yönetmeni” formunda değilse, gazetecilerin “hür iradeleri” ile ortaya koydukları bir tercihin neticesi ise “mesleki dayanışma” adına, “sosyal bir yaraya dikkat çekebilmek/merhem olabilmek” umuduyla, “toplumsal bir çağrıya imza” tadında “ortak başlık” koyabilir yazarlar yazılarına;
Dün sosyal medyada hayli “ti”ye alınsa da şahsen yadırgadığım bu değildi. Beni “cüretkârlığınız” bitirdi!
Sizin ;
-“Zehra Gelin”in haklılığını “beyan esastır” diye savunabilmeniz için en klişe kıyasla; Türk subaylarının Silivri’de yargısız infaz edilirkenki -dramatik sonuçlarına 2 şehitle dün yeni bir halkanın eklendiği- beyanlarına kulak tıkamamış olmanız gerekirdi.
-“Zehra gelin cemaate yakın firmalara ihale edilen MOBESE’lerle kumpasa uğratıldı” iddiasına sığınabilmeniz için, “Bizim suçumuz, bir kadına yönelik tacize dikkat çekmek. Bir annenin maruz kaldığı saldırıya tepki göstermek” diyebilmeniz için, MOBESE de değil, bildiğin nokta atışı tuzak, her nevi illegal dinleme-izleme aracıyla elde edilmiş fotoğrafları “işte kanıt” diye çarşaf çarşaf yayınlamamış, isnat edilen suçlarla ilgili alakası olmayan tamamen “özel hayat” kapsamındaki konuşmalar üzerinden kimseyi itibarsızlaştırma operasyonunda rol almamış olmanız gerekirdi. Bir tek kadına bile tacizde bulunmamış olması sözcüklerinizin... “Hemşire fantezisi” haberlerini yazmamış olmanız mesela canıyla uğraşan insanlar hakkında... Ve bir tek anneye saldırmamış olması manşetlerinizin... Ama genç kızların, çocukların, kadınların, annelerin, eşlerin en mahremlerine nişan aldınız! “Mermi” gibi dayandı yazdıklarınız evlatlarının şakaklarına; ne çok annenin kucağını boş bıraktınız!
-Bugün “kaba”lıktan yakınabilmeniz için gazetelerinizin “Utanmaz darbeci” başlıklarıyla çıkmaması gerekirdi. Kabul edin hiç de nazik değildi “Yaşasın demokrasi, Derin devlete müebbet” diye, “Darbeciye ibret olsun” diye alkışlamanız, şimdi “kumpas” olduğunu kabul ettiğiniz tezgâhla yüzlerce askerin, aydının, bilim adamının hayatlarının gasp edilmesini!
-“Zehra Gelin’in Adli Tıp raporu” nu delil gösterebilmeniz için Mehmet Haberal’ın raporuna, Şener Eruygur’un raporuna, Hurşit Tolon’un, Engin Alan’ın raporuna saygı göstermiş olmanız, bu raporları verenleri “darbe iş birlikçisi” ilan etmemiş, ölüm döşeğindeki komutanları “Gatakulli” yle suçlamamış olmanız gerekirdi.
- Enver Aysever’in Halime Kökçe’ye “parmak sallaması”ndan bir şiddet senaryosu üretebilmeniz için Silivri’de saçlarından sürüklenen, gaz yiyen, tazyikli suyla sakatlanan, itilip, kakılan, dipçiklenen kadınlara “duygu sömürüsü için yapıyorlar” insafsızlığını göstermemiş olmanız gerekirdi!
-“Vicdan” kavramıyla imtihan edebilmek için birini, o rutubetli zulümhanelerin “beş yıldızlı misafirhane” konforunda olduğunu ileri sürmemiş olmanız gerekirdi!
-“Gazeteci linç ediliyor... Çünkü söylediklerini not aldı ve gazetesinde yayınladı...” diye feryat edebilmeniz için, kendilerine anlatılanları not alan gazetecilerin not defterlerine “darbe günlüğü” yaftası asmamış olmanız, o gazetecileri de “postal yalayıcı” , “apoletli yazar” vs. diye hedef göstermemiş olmanız gerekirdi.
Ama yaptınız!
Diliniz KABA vicdanınız TAŞ ki bütün bunları, “sütçü” ile “tüpçü” yapmış havasındasınız!