"Dijital Terör" ve özel yetkili adalet
Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik, soğuk savaşın akabinde hegemon güçlerce küreselleşmenin “ozon deliği” olarak nitelendirilmişti. Finans kapital ulusal sınırları, gümrüksüz, kontrolsüz ve kotasız geçebilmesi için Türkiye milli devletinin kısıtlamalarından kurtulması gerektiğine işaret edilmişti. Clinton’un ifade ettiği gibi küreselleşmenin “esnek sınırlar” a ihtiyacı vardı. Diğer yandan Türkiye’nin “küresel sisteme eklemlenmesi” bölgesel yeniden yapılanma için hayati önemi haizdir.
Türkiye’nin küresel sisteme eklemlenmesi, soğuk savaş sonrasının en önemli stratejilerinden birisiydi.
Küresel odaklar, bu yüzden Türkiye’nin AB’ye girebilmesi, uluslararası sisteme dahil olabilmesinin yolunun, bağlı bulunduğu prangalardan kurtulmasına bağlı olduğunu yüksek sesle dile getirmişlerdi.
Türkiye’nin küresel sisteme eklemlenmesinin yolunun Atatürk algısından, Kemalist sistemden, milli devletten, TSK’dan, anayasadan ve Türk kavramından soyutlanmaktan geçtiğini yüksek sesle dile getirmişlerdi.
Udo Steinbach, sorun olarak “Atatürk’ün bir paşa fermanıyla kurduğu Türk Devleti ve Türk ulusu” nu gördüğünü yazmıştı. Andrew Duf da şöyle demişti; “Türkiye Avrupa’nın gerçek partneri olabilmek için klasik milliyetçi Kemalizmle mücadele etmelidir. Devletin gücü azaltılmalıdır. Kemalizm reforme edilmelidir” . Çözüm olarak Atatürk’ün fotoğraflarının duvarlardan indirilmesini, heykellerinin sokaklardan kaldırılmasını önerenler de çıkmıştı.
Gençliğe Hitabe, Andımız, 19 Mayıs, 29 Ekim gibi milli yapının simgelerine saldırıların nedeni budur. “Ne mutlu Türküm diyene” sözüne düşmanlık, Anayasa’yı “Türk” kavramından arındırmak faaliyetlerinin amacı da budur.
Aziz kardeşim Yavuz Selim Demirağ’ın “Dijital Terör” kitabında ortaya koyduğu sahte CD’ler, dijital belge kalpazanlıkları, entrikaların amacı da buydu. Olan biten büyük projelerin küçük ayrıntılarıydı.
Milli devleti, üniter yapıyı, Türk’ü ve Atatürk’ü savunacaklara göz dağı verilmeliydi. Türkiye’nin AB ve ABD’nin istediği biçimde dönüştürülebilmesi için sinir uçlarını harekete geçirecek unsurlar denetim altına alınmalıydı. Türkiye’nin yasal, yapısal ve siyasal dönüşümü ancak bu şekilde başarılabilirdi.
Suçlu ile suçsuzu, baba katiliyle babayı, hain ile kahramanı, yanlış ile doğruyu bir araya toplamanın nedeni de kafaları karıştırmaktı. Toplumsal tepkiyi minimize etmek için de tutuklananları halk düşmanı ilan etmek gerekiyordu. Dönüşüm dönemlerinde bu tip kategorileştirmeler hep yapılır! Türkiye’de yapılan da buydu. Sevgili Demirağ, bütün bunların bir anlamda ayrıntısı ’Dijital Terör’de yazmış.
Demokrasi, hatta ileri demokrasinin önündeki engelleri bertaraf etmek için yargılama ve tutuklamaların devam ettiğini söylüyorlar. İktidar, demokratik hukuk devletini kurmak için bu mücadeleyi verdiğini iddia ediyor.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ bu konuda şöyle diyor: “Özel yetkili mahkemelerin varlığı kalıcı değildir, geçicidir. Çünkü demokratik hukuk devletlerinde böylesi istisnai mahkemeler olmaz. İhtiyaç kalmadığı zaman mahkemelerin kaldırılmasını zaten Türkiye tartışmayacaktır bile. Gönül rahatlığıyla kaldıracaktır.” (27. Şubat.2012 Hürriyet.)
Bozdağ’ın ifade ettiği gibi demokratik hukuk devletinde istisnai mahkeme olmaz. Türkiye’de ise olur! Çünkü Türkiye, demokratik hukuk devleti değildir. Türkiye’de kişileri yargının elinden almak için, soruşturma devam ederken bile kişiye özel yasalar çıkarılabilmektedir.
Özel yetkili mahkemeler normal mahkeme olmadıklarından onlar için normal belge, bilgi, veri, maddi delil, manevi delil, illiyet bağı, kanıt ve suçun anlamı yoktur. Onların adaleti özel yetkili adalettir!
Özel yetkili mahkemeler küresel ihtiyaçlara uygun olarak Türkiye’nin yasal, yapısal ve siyasal değişiminin tamamlanmasından sonra kaldırılacaktır. Bozdağ bunu demeye getiriyor. İktidar yüce amacı uğruna bu süreç içinde bazı insanların özgürlüklerini, hukukunu ve haklarını da geçici bir süre için parantez içine almış olacaktır. İslam’ın yüce peygamberi ise “Bir günlük adalet, altmışlık yıllık ibadet” diye buyurmuştur.