Devrimci selefilik antiemperyalist mi?
Batı dünyasının son 200 yılda İslam ve Türk dünyasında gerçekleştirmiş olduğu kolonyalist ve emperyalist politikalara tepki duyan bütün dünyadan bir çok Müslüman ve Türk aydını, selefilerin son yıllarda ABD ve Avrupa’da gerçekleştirmiş olduğu eylemlerden gizli bir zevk alıyor, eylemlerde bir haklılık ve hatta meşruluk buluyor. Bu ruh hali, selefi örgütlere sempati duymayı gerektirmese dahi hiç tahmin edilmeyecek kişilerde dahi “oh oldu” duygusu hissediliyor. Hatta daha düşük eğitim ve gelir seviyelerine inilince sadece eylemler değil, örgütlerin de onaylandığını, meşru görüldüğünü görmek mümkün. Selefi örgütlerden herhangi birisi adına bir organize sanayi bölgesinde para toplamak hiç de zor değildir. Bu makalenin okuru birkaç arkadaşı ile IŞİD adına Anadolu’daki herhangi bir şehrin organize sanayi bölgesinden hiç zorlanmadan, küçümsenmeyecek bir miktar para toplayabilir.
Oysa El Kaide başta olmak üzere cihatçı selefilik veya devrimci selefilik diye nitelendirebileceğimiz örgütler tarihin çok önemli bir bölümünde ve halen ne kadar aksi bir görünüm verseler de emperyalizm ile iç içe bir serüveni yaşamışlardır. Modern selefiliğin atası olan Vahabizm, Osmanlı İmparatorluğu’nun meşruluğuna karşı savaş ilan ederek ortaya çıkmış ve büyümekte olan İngiliz emperyalizminin desteğini almış bir harekettir. Vahabizm, Osmanlı’ya karşı İngiliz emperyalizmi ile 100 senelik bir açık-kapalı ittifak içinde olmuş ve bu ittifakın sonucunda devletleşmiştir.
1980’lerde Afganistan’da El Kaide, Rus işgaline karşı Amerikan askeri istihbaratı ve CIA ile iş birliği içinde Afganistan’da anti-Rus/komünist mücadelenin parçası/lojistik unsuru olarak doğmuş ve büyümüştür. SSCB’nin yıkılmasından sonra El Kaide ve küçük Vahabi/selefi örgütler, parçalanan Yugoslavya’da Bosna savaşında ABD/Suudi desteği ile Müslüman Boşnaklarında Sırplara karşı yanında yer almışlardır. 1990’lı yılların ortalarında ise Çeçenistan savaşında selefi/Vahabi grupları Rus ordusu ile tekrar savaşırken görmek mümkündür. Ancak El Kaide’nin öncülüğünde selefi örgütler 1990’ların sonunda ABD’yi hedef almaya başlamışlardır. 11 Eylül 2001’den itibaren El Kaide ve diğer selefi örgütlerin ABD ile savaşı başlamıştır. El Kaide dışındaki selefi örgütlerin doğmasına neden olan büyük ölçüde ABD’nin Irak’ı işgali olmuştur. Irak savaşı sırasında bugünkü IŞİD’in öncülü veya ilk hali olan örgütler ile Suriye istihbaratı arasında güçlü bağlar kurulmuştur. ABD’nin Irak’tan sonra kendisine saldıracağına inanan Şam yönetimi, Amerikan ordusunu Irak’a bağlamak amacı ile Irak’taki selefi direniş örgütlerine silah ve para aktarmıştır.
Arap Baharı’nın başlaması ile birlikte El Kaide dahil selefi örgütlerin bu sefer başta Kaddafi ve sonra Esad olmak üzere Arap yöneticilerine karşı ittifakı yeniden kurulmuştur. Kaddafi’yi tasfiye konusunda kararlı olan, ancak askerinin Libya toprağında savaşmasını istemeyen Batı, dünyanın değişik yerlerinden devrimci selefileri Libya’ya savaşmak için taşımıştır. Kaddafi’nin devrilmesinden sonra Libya’daki devrimci selefilerin bir bölümü dahil dünyanın değişik yerlerinden selefiler, Türkiye ve Lübnan üzerinden Batı-Türkiye ittifakı ile Suriye’ye akmaya başlamışlardır. Bu durum, Libya’da selefilerin Amerikan Başkonsolosluğunu basması ve Amerikan büyükelçisini öldürmelerine kadar devam etmiştir. Bu eylem ABD’nin selefi örgütler ile iş birliğini durdurmasına ve Türkiye’den aynı adımı atmasını istemesine yol açmıştır. Türkiye ise Esad’ı devirme tutkusu ile El Nusra hareketini desteklemekte ısrar etmiş ve ABD ile bu konuda yollarını ayırmıştır.
Öte yandan, ABD’nin Afrika kıtasında Çin ile başlayan rekabetinde de selefi örgütler ilginç bir rol oynamaktadır. ABD’nin Afrika politikasının en önemli aracı Amerikan Afrika ordusu olan Africom’dur. Nedense Afrika kıtasında beliren selefi örgütlere karşı Amerikan ordusu Afrikalı hükümetlere bu örgütlere karşı eğitim ve silah desteği sağlayarak ilerler.
Selefilik, bu hali ile Batı emperyalizmine karşı bir savaş mıdır? Zaman zaman işgal ordularına karşı direnişi temsil etse dahi selefilik ilkeli bir anti emperyalizmi asla temsil etmemektedir. Cihatçı selefiliğe uzun iş birliği tarihi içinde derin bir şekilde sızdığı ve genetiğine yerleştiği anlaşılan Batı sistematiği cihatçı selefiliği yönlendirmeye açık hale getirmektedir. Üstelik kendisi gibi düşünmeyen ve yorumlamayan her Müslüman’ı kafir ilan etme yetkisini kendisinde gören, dinden aklı dışlayan tekfirci/devrimci selefiliğin İslam dini yorumu, sadece İslam’ın özünü tahrip etmekle kalmamakta, İslam medeniyetinin 1400 senelik kazanımlarına da düşman bir tavrı sergilemektedir.