Devre mülk vicdan
Gayrinizami harpten erken emekli edilince “ilke abidesi”ne dönüştüler...
Haber 7’den Erkam Tufan Aytav ile Taraf’tan Alper Görmüş, KCK operasyonunda tutuklanan Büşra Ersanlı’nın “medya linci”ne maruz kaldığından yakınıyor.
“İslami hassasiyetleri olduğunu iddia eden yazılı basınında dâhil olduğu bazı medya organlarında” Ersanlı’nın “Doğu Perinçek’in ilk eşinin kız kardeşi olduğunun” hatırlatılmasına itiraz eden Aytav “Bak bak acar gazetecilik budur işte. Bakın nasıl da bulup çıkarmış akrabalık bağlarını. Beyler kimse akrabalık ilişkileri ile suçlanamazlar...” diyor.
İyi de “Perinçek’in baldızı” olmak bir suç olmadığı gibi, “Perinçek’in oğlu” olmanın da bir suç olmaması gerekmez mi?
Peki hakkında bugüne kadar bir tek cümle “suç isnadı” yazılamayan Mehmet Perinçek gözaltına alındığında niye dillendirmediniz aynı itirazı?
Ulusal Kanal’a yapılan son operasyonun haberi televizyonlarda bangır bangır “Doğu Perinçek’in oğlu da gözaltında” diye verilirken neden çıkıp da “Hooop, bir dakika” demediniz acaba?
Tuncay Özkan’a aşık olmak
mesela...
Suç mudur sizin kitabınızda!
Değildi de ne diye aylarca gencecik bir kadının adını dilinize doladınız köşelerinizde!
Bırakın “akrabalık bağı”nı, sırf aynı masada oturup yemek yediler diye “bunu da yakalayın” manşetleri atılmadı mı sizin medya mahallesinde? Savcıların, hakimlerin dostluk kurmaları “yasa dışı” bir durummuş gibi bir hava estirilmedi mi, “sürdürülene” kadar kafaya takılan hukukçular!
Anayasa Mahkemesi’nin eski Başkanvekili Osman Paksüt ve eşinin, katıldıkları resmi davette selam verdikleri kişilerin çetelesini bile tutmadı mı bugün “akrabalık bağı suç kanıtı olamaz” diye karşı çıkanlar!
Yahudi fişlemesi yapan kimdi
Devam ediyor Aytav:
“Eski eşi Yahudi imiş. Buna da yuh. Zihniyete bakın ki eski eşi Yahudi imiş onun için de suçlu imiş.”
Ümraniye soruşturması/davası kapsamındaki uygulamalara muhalefet eden gazetecilerin, yahut “vesayeti(!)” yıkılmak istenen askerlerin İsrail’de çekilmiş gezi fotoğraflarını çarşaf çarşaf basıp “Yahudi olmakla suçladıklarını(!)” hatırlayınca, Ersanlı’ya yine insaflı davranmışlar aslında!
Aytav’ın bir eleştirisi de Ersanlı’nın “Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin kurucularından” olmasının medya eliyle “suç delili” gibi yansıtılmasına. Diyor ki;
“Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına uygun, yasal bir derneğin kurucusu olmak ile kimse suçlanamaz.”
Atatürkçü Düşünce Derneği’ne üye olduğu için, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden burs aldığı için, Kuvayi Milliye Derneği yöneticisi olduğu için onca insan “sepete atılırken” nerdeydi bu aklı selim!
Bu dernekler “illegal” miydi? Öyle idiyse bunca yıldır ulu orta yürüttükleri faaliyetlerine neden izin verildi?
Yahut “Şu tarihte yapılacak Cumhuriyet mitingine katılanlar ETÖ üyesi sayılacaklar” diye “fişleme” tehditli yayınlar yapılırken neden yükselmedi hiç sesleri?
Çantacıların lale devri
“Bir başka gazete de polis tarafından eline tutuşturulan not defterini haber yapmış. Buna da acar gazetecilik deniyor” ifadesiyle getiriyor eleştirilerinin devamını Aytav.
Bunların bugüne kadar aynı yöntemle sayısız insanın canını yakan “kanat” ta yer alan bir yayın organında dillendirilmesi çarpıcı olsa bile, eline “bavul tutuşturulan” çantacı muhabirlerin “yılın gazeteci” seçildiği ülkede bu işlere “hayret” etmek için geç değil mi?
İşe bakın ki “sızma günlük gazeteciliği” deyince akla gelen ilk isim, Alper Görmüş de “hal ve gidiş”ten şikayetçi!
Oysa ki;
“Darbe Günlükleri” yayınıyla, bu “cadı avı”nın başlatılmasındaki emeği hiç de az değildi!
Ya bir gazetecinin tuttuğu notları “Balbay Günlükleri” diye çevirip çevirip, hem de idamlık suç işlemiş gibi servis etmeleri!
Kimse kusura bakmasın ama medyadaki çantacıların lale devri olarak geçecek tarihe geride bıraktığımız 4 sene!
Komplo görmemişsiniz
Görmüş, STV spikeri tam “İdidaya göre Ersanlı örgüte ideolojik olarak yetişmiş bir kadro hazırlamaktan sorumluydu” derken ekranda bir otobüsü ateşe vermiş yüzleri kapalı bazı kişilerin görüntülerinin akmasından rahatsız olmuş.
O da bir şey mi!
Balıkesir’de meydana gelen maden kazasından sonra aynı kanalda yapılan şu anonsu hatırlamıyor galiba:
“Geçen sene Aralık ayında Bursa’da bir maden kazası meydana gelmişti. 19 madencimiz can vermişti. Peki bu olaydan hemen bir gün önce ne olmuştu bir hatırlayalım. İstanbul’a cumhuriyet savcılarına İbrahim Fırtına, Aytaç Yalman, Özden Örnek gelip ifade vermişlerdi.
Dün gözaltılar oldu, Balyoz Darbe planıyla ilgili, bugünse ne yazık ki işte Balıkesir Dursunbey’den gelen böyle bir maden kazası haberi var. Nasıl bağdaştırırsınız ya da var mıdır bir bağlantı yoksa sadece ve sadece tevafuk diyebileceğimiz hadiseler midir bunlar, bunu da sizin izanınıza bırakıyoruz. ”
Ya Ergenekon’u “Erkenkondu” , Zekeriya Öz’ü “Zeki Yahya” , Silivri’yi “Sivritepe” yaparak çekilen televizyon dizileriyle “gayri nizami harp dairesi” gibi çalışan kanallar...
Bir günden bir güne bunları deşifre ettiniz mi?
Kendi gemisinin derdinde
Görmüş’ün bir yandan “medya linci”ni eleştiriken bir yandan da, hem de aynı yazıda, hâlâ Büşra Ersanlı’nın “2004 yılında, Fethullah Gülen gönüllülerinin kurup yönettiği Gazeteci Yazarlar Vakfı’nın “askeri vesayet ve demokrasi”yi tartştığı toplantıda, “başörtüsü yasağı”na nasıl canla başla karşı çıktığını hatırlattığı”nı, satır aralarına “beraber yürüdük biz bu yollarda” mesajı sıkıştırdığını görünce anladım ki nafile...
Kendileri veya yakın çevrelerinin mağduriyeti bile yetmemiş “kişiler” değil “ilkeler” ekseninde gazetecilik yapmak gerektiğini idrak etmelerine...
Hele bir serbest bırakılsın “arkadaşları”, göreceksiniz nasıl devralacaklar bugün “bu kadar da olmaz” dedikleri “medya linci”nin yürütmesini!
Ne “Özel”liğin kaldı şimdi!
Mustafa Ünal, Zaman’da “Hasdal’a tur” başlığıyla kaleme aldığı yazıda Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in Balyoz tutuklusu generalleri ziyaretinin “yargıya müdahale” anlamına geldiğini savunuyor ve “Genelkurmay Başkanı Özel’in biraz ürkek, biraz çekingen, âdet yerini bulsun kabilinden de olsa darbe girişiminden yargılanan generalleri ziyareti en hafif tabirle şık olmadı. Yargı sürecini nasıl etkileyeceğini yaşayıp göreceğiz.” diyor.
İktidar partisi milletvekillerinin cezaevi ziyaretinin hemen ertesinde bütün şüphelileri salıverilmiş olan Deniz Feneri Davası’na yönelik “müdahale”lere eleştiri getirmedikçe, yukarıdaki satırlarınızın bir hükmü olabilir mi Sayın Ünal?
Ayrıca Özel’in “sizi şaşırtarak” gerçekleştirdiği ziyaret “yargıya müdahale” de, AKP’li bakanların gün aşırı ekranlara çıkıp da “şunlar tutuklanmalı, bunlar serbest bırakılmalı” minvalli demeçleri ne!
Şöhret peşinde koşan kadın gazeteciye diktatörlük dersi
- Diktatörlüklerde muhalefete tahammül edilmez, “Hadi oradan, hadi oradan” denilir.
- Diktatörlüklerde yargı bağımsız değildir. Çünkü bağımsız yargıçlar cezalandırılmış ve meslek dışına itilmiştir...
- Diktatörlüklerde basılmamış kitaplar (!) bile toplatılır. Bu basılmamış kitapların basılmamış kopyalarını bulunduranlar suçlu ilan edilir...
- Diktatörlüklerde gazeteciler, aydınlar, bilim adamları, öğretim üyeleri, rektörler, parti yöneticileri, baş eğmeyen komutanlar, hukukun üstünlüğüne ve yargı bağımsızlığına sahip çıkan hukukçular, sivil toplum örgütlerinin yöneticileri cezaevine konulur.
- Diktatörlüklerde parasız eğitim isteyen gençler bile cezaevine konulur.
- Diktatörlüklerde millet sizi vekil bile seçer ama siz yine de cezaevinden çıkamazsınız.
- Diktatörlüklerde yargılamalar, cezaevinin içindeki özel duruşma salonlarında yapılır...
- Diktatörlüklerde iddia makamı iddiasını ispat etmez, sanıklar suçsuzluklarını kanıtlamak zorunda bırakılır. “Gizli tanık” ifadeleriyle kalem kırılır.
- Diktatörlüklerde cezaevlerindeki tek kişilik hücreler bile “başkent”e görüntü aktaran kameralar tarafından 24 saat izlenir. Cezaevlerinde maddi ve manevi işkence yapılır...
- Diktatörlüklerde muhaliflerin tutukluluk süreleri o kadar uzatılır ki, cezaya dönüşür...
- Diktatörlüklerde yasalar, sadece muhalifleri bağlar.
- Diktatörlüklerde “bizimkiler” ve “onlar” vardır. “Onlar”; iş bulamaz, göreve atanmaz, iş kuramaz, çocuklarını dershaneye göndermek için kredi alır ve ödeyemeyince intihar eder. “Bizimkiler”in çocukları hep hastadır; askerlik yapamaz... “Onlar”ın çocukları, üç haftalık eğitimle cepheye sürülür.
- Diktatörlüklerde herkesin telefonu dinlenir, internetteki yazışmaları izlenir, girdiği siteler kaydedilir. İnternet siteleri kapatılır.
- Diktatörlüklerde aykırı ses veren basın-yayın kuruluşlarına ağır vergi cezaları yağdırılır. Gazete ve televizyonların yöneticilerine sık sık “ayar” çekilir...
- Diktatörlüklerde “saray soytarılığı” kurumu olur ve bu kadro silikonlu, botokslu şarkıcı tayfası tarafından gönüllü olarak doldurulur.
- Diktatörlüklerde sadece yandaş medya değil; yandaş sermaye, yandaş sivil toplum örgütü, yandaş baro, yandaş bilim insanları yaratılır ve desteklenir...
- Diktatörlüklerde ille de gösteri yapmak isteyen eylemciler önce biber gazıyla uyarılır, sonra da kışın ayazında buz gibi havuzlara atılarak kendilerine getirilir.
- Diktatörlüklerde kadınlar, Dünya Kadınlar Günü’nde polis tarafından saçlarından sürüklenerek götürülür.
- Diktatörlüklerde karikatür bile yasaklanır, çizenin canına okunur!
- Diktatörlüklerde diktatör her gün bıkmadan konuşur. Bazen günde beş kez konuşur. Ama asla dinlemez. Hatta kendi davetiyle toplanan parlamentonun gizli oturumunda konuşulanları bile dinlemez...
- Diktatörlüklerde kutlama yapmak halka yasak, diktatör ve adamlarına serbesttir.
- Diktatörlüklerde bazı şarlatanlar televizyonlara çıkıp, ülkenin kurucularına “diktatör” diye hakaret edebilir...
***
Çok şükür ki (!) bugün bunları yaşamıyoruz... İşte bu yüzden, “Atatürk diktatördü” diyen o kadın yazar, “gerçek diktatörlük” nedir bilmiyor...
Kusurunu affedin!
Mustafa Mutlu / Vatan
Diktatörlükle yönetilmeyen bir ülkede yazdığım halde, neden böyle yazılardan sonra “Başıma bir şey gelir mi” diye korkuyorum?
Erdoğan, Berlin’de dert yanmış:
“PKK’nın Almanya’da 6 milyar euro topladığını söyledik ama sonuç alamadık.”
Almanlar Deniz Feneri e.V.’nin topladığı paralara gösterdikleri hassasiyeti PKK için göstermemişler demek...
Haldun Ertem
Cumhurbaşkanı turist gazeteci rehberi oldu
Üzüm tane tane yenir.
Armut dilim dilim
soyulur.
Gazeteci, Cumhurbaşkanı ile gezinir.
Cumhurbaşkanı Gül, “Turizm Şirketi” mi kurdu ve “Gazetecileri yurt dışında gezdiren tur rehberi mi oldu” diye saçma sapan bir soru aklınıza gelebilir.
Aman dikkat edin!
Aklınıza mukayyet (sahip) olun...
Cumhurbaşkanı rehber oldu.
700 gazeteciyi uçağına aldı.
89 ülkeye götürdü, gezdirdi.
700 gazeteci “yedikleri-içtikileri” kendilerinin olsun “gördüklerini-duyduklarını” gazetelerinde Türkçe olarak yazdılar. Bu gazeteleri Türkiye’de yaşayan Türk vatandaşları okudu. Açıktır ki, Cumhurbaşkanı’nın 4 yıl boyunca gittiği 89 ülkenin insanları bu 700 gazetecinin yazdıklarının bir satırını bile okumadığı için yazılanlar; “Türk Cumhurbaşkanı’nın Türk vatandaşlarına propagandası” oldu.
Adına; “Yurt dışı gezisi” denildi.
“Onur ve Değer” kutsallıklarını kılıf yapıp giydirerek halktan toplanan vergileri “iç propaganda yapsınlar diye tanıdık yandaş gazetecileri gezdirmeye” harcamak “dalkavuk gazeteciliği” desteklemeye girer. Cumhurbaşkanlığı bütçesinde harcama kaleminin adı “dalkavuk gazeteciliği destekleme kalemi” olarak yazılmalıdır. Demokrasiye uygun olur. Halkın, kendinden toplanan vergilerin ne için harcandığını bilme hakkı vardır.
Necati Doğru / Sözcü