Devletlûların imdâdına yine eski dostlar mı yetişti?
6-7 Eylül olayları cereyân ettiğinde, bir avuç devletlû hâricinde hiç kimse uzun yıllar sonra, Özel Harp Dairesi’nde Seferberlik Tetkik Kurulu üyesi ve 12 Eylül’de Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri olan General Sabri Yirmibeşoğlu’nun, “6/7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı. Sorarım size? Bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?” diyeceğini asla tahmin edemezdi...
1 Mayıs 1977 Taksim olaylarının akabinde kimse o günkü kaosun, o günkü terörün, o günkü cinâyetlerin yine bir takım devletlû mihrakların tahrikiyle gerçekleştiğini de öngöremezdi...
Türkiye’yi 12 Eylül darbesine getiren süreçte, üzerinde pek çok cinayet bulunan ve sayısız ölüm emrini veren Dev-Sol liderlerinden Şemsi Özkan’ın MİT’in ‘adamı’ olduğunu, yakalanıp tutuklandıktan sonra Çanakkale’de misafir edilerek yüz değişikliği operasyonunun ardından bizzat devlet tarafından hizmetleri(!) karşılığında yurtdışına kaçırılacağını hiç şüphesiz ki yine bir avuç devletlû haricinde kimse bilmiyordu ve inanamazdı 12 Eylül darbesine kadar...
Yine 12 Eylül 1980 darbesine gelinen kanlı süreçte yönetime neden bir yıl evvel el konulmadığı ve yüzlerce gencin ölümüne sessiz kalındığı, akan kanın önlenmediği sorusunun cevabı hakkında da kimsenin bir kanaati yoktu bir avuç devletlû hâricinde, General Bedreddin kendisine sorulan bu soruya, “şartların olgunlaşmasını bekledik...” cevabını verene kadar...
Bu listeyi uzatabiliriz, hatta bu konu başlığıyla bu köşede bir yıl boyunca yazabiliriz...
***
Taksim Gezi Parkı’nda başlayan ve başta İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde yoğunlaşan gösterilerin içinde neler olup bittiğini belki de yine bir
zaman sonra anlayacak
kamuoyu...
Kırk sekiz ilde senkronize olarak yüz binlerce insanın sokaklara döküldüğü bu denli bir muhalif gösterinin içinde, yanında, yöresinde yasadışı örgütlerin, bilumum istihbarat örgütlerinin olmaması mümkün değildir şüphesiz ve tabii ki dış bağlantılarının olmaması da...
Taksim’de toplanan ve bir-iki bin kişiyi geçmeyen marjinal sol örgütlerin astığı pankartlar, çevreye verdikleri zararlar ve polisle girdikleri çatışmaların, üç gün boyunca ekran karartıp gösterileri görmezden gelen iktidar medyası tarafından birden ekranlara saniye saniye taşınmasıyla oluşturulan algı ise eylemlerin tümünün bu örgütlerin yapıp ettiklerinden ibâret olmasıydı.
Kırk sekiz ilde yapılan ve hiçbir taşkınlığın yaşanmadığı şehir gösterilerinin görmezden gelinmesinin ardından başlayan marjinal örgütlerin çatışma ve talan eylemlerinin kurgusunun şimdilik ‘mânidar’ olduğunu söylemekle yetinmek zorundayız.
Hele ki ‘düşündüren fotoğraf’ alt yazısıyla hemen tüm medyada yayınlanan, elinde Atatürk portreli bir bayrak bulunan yaşlı şahıs, onun elinden tutan BDP’li bir çocuğun el ele kaçarken yan tarafta Hollandalı turist kıvamında şortlu bir şişmanın bozkurt işareti yapan fotoğrafı gerçekten ‘düşündüren fotoğraf’tı; bu yaşa gelmiş ve polis kovalamacasından el ele kaçan bir çift görmemiş olan bendeniz için hassaten oldukça ‘düşündüren bir fotoğraf’tı...
Gezi Parkı’na bir sabah şafak operasyonuyla baskın yapıldıktan sonra fark edilen ve böylelikle gündeme oturan ve altına sürekli ateş atılarak yangına çevrilen bu eylemlerin gölgeleyemediği bir tek gerçek var; hiçbir marjinal örgütün sokaklara yüz binleri, milyonları dökemeyeceği gerçeği.
Sol örgütlerin astığı pankartların ve son günlerde eylem yapılan meydanlara asılan Apo posterlerinin ve PKK paçavralarının ekranlarda boy göstermesinin ve gösterilerin tamamının bu yasa dışı unsurlara yüklenmesinin ne kadar ‘anlamlı’ olduğu bir zaman sonra konuşulacak, yazılıp çizilecektir.
Saklanmaya çalışılan ve manipüle edilen gerçek ise son zamanlarda Başbakan’ın şahsında toplanan on yıllık AKP iktidarının toplumda biriktirdiği tepkidir.
Henüz 28 Şubat’la yüzleşmeyen bu geleneğin Taksim’le yüzleşmeye niyetli olmadığı Başbakan’ın tavrından bellidir.
Hülasaa; devletlû kesiminin imdâdına, yine çok maksatlı kullanılabilir marjinal sol örgütler ve devletlû kesiminin son zamanlarda pek sıkı fıkı olduğu, aralarından su sızmayan ‘örgüt’ün yetiştiği belki de yıllar sonra yazılıp konuşulacak; kim bilir?