Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Agah Oktay GÜNER
Agah Oktay GÜNER

Devletin polisi olmak

Televizyonda geçen pazar Beşiktaş-Galatasaray maçındaki olayları anlatan genç hanım; “taraftarlar İstiklal Marşı’nı söylerken bazı polislerin elleri ceplerinde, bazıları ise oturarak laubali pozlarda etrafı seyrediyorlardı” deyince itiraf edeyim hayrette kaldım. Çünkü polis, Cumhuriyetin polisidir. Üniforma, belindeki silah, başındaki ay-yıldız hep Cumhuriyetin polisi olmanın icabıdır. Cumhuriyetin polisi bir bakıma Cumhuriyetin en güzel ifadesi olan “İstiklal Marşı”mıza karşı nasıl olur da böyle ilgisiz ve ciddiyetsiz bir üslup içerisinde olabilir.
Sonra olaylar çıkıyor, polisin kontrolünü aşıyor, sloganlar, havada uçan sandalyeler, küfürler tipik bir çürümüşlüğün örneği olarak alanı işgal ediyor. Çaresiz kalan hakem maçı tehir ediyor. Olaylar değerlendirildiği zaman; yeterli ve sağlıklı güvenlik tedbirlerinin alınmamış olduğu görülüyor. Bu hükümet, kurulduğundan beri polis kadrosunu genişletmektedir. Bu gayretle adeta polis orduları vücuda getirilmiştir. Ancak bir tek polisin bile İstiklâl Marşı okunurken ayağa kalkmaması polis kadrolaşmasındaki çürüklüğün kesin ifadesidir. Polis eğer Cumhuriyetin polisi ise devletin polisi ise bu çürükler derhal kadro dışı edilmeli ve polisin yetiştirilmesine önem verilmelidir. Taksim Gezi olaylarında ölçüsüz güç kullananlar önce ödüllendirildi, sonra bunlara terfi geciktirme cezası verildi. Demek ki iyi değerlendirilmeden ödül verildi. Ayrıca maksadı aşan bir cömertlik sergilendi.
Fransa’da bulunduğum yıllarda bana rahmetli büyüğüm; “Oğlum, bol bol mukayese malzemesi topla demişti”. Bu öğüdü kulağıma küpe yaptım. Trenle Paris’e gidip gelirken o zamanın komünist rejimiyle idare edilen ülkelerinde polisin ne kadar haşin olduğunu gördüm. Demokrat Almanya’da polis fevkalade otoriterdi. Fransız polisi ise otorite ile hizmet anlayışını çok güzel bir araya getirmişti. Bu gözlemlerimi Türkiye’ye döndükten sonra imkânlar ölçüsünde ilgili ve yetkililere anlattım. Örnek ülkelerin Fransa, Almanya, İngiltere gibi ortak özelliği; polisleri çok güçlü ve kuvvetli yapıda gençlerden seçmiş olmalarıydı. Mevcut fizik gücü üniformaları, çizmeleri iki katı heybetli kılıyordu. Fransız polisi ve diğerleri kışın mükemmel kalın kumaştan dikilmiş esvaplar, paltolar ve yağmurluklar altında çalışırdı. Yazın sağlığa uygun kumaşlardan dikilmiş elbiseler giyerlerdi. Türkiye’de yıllarca yetkililere sıcak mevsimlerde polislere naylon kıyafet giydirmenin cinayet olduğunu, bu evlatların ter içerisinde perişan halde görev ifa ettiklerini anlattım. Ne yazık ki duyan olmadı. Kara Avrupa’sında görev başında sohbet eden tek polis görmedim ama bizde...
Polis okulları, polis kolejlerinin yetiştirdiği polislerimizin yanında mesleğin içinden gelen polisler de var. Bu ikili yapı, polisin zayıf noktasıdır. Zaman içerisinde bunu teke indirmek icap eder. Ne yazık ki polisin sosyal şartları hiç düşünülmemiştir. Hâlbuki polise şehrin merkezinde lojman yapılmalıdır. Bu lojmanlar medeniyetin nimetlerini polisin istifadesini vermelidir. Bugün polis eline geçen parayla ancak şehirlerin gecekondu bölgelerinde, varoşlarda oturabiliyor. En az iki kere taşıma aracı değiştirerek görev yerine gelen polis uykusuz ve yeteri kadar dinlenmeden yeni güne başlıyor. Yetkili ve etkili zevatın önce polise mesaisinin karşılığını adil bir biçimde ödemek olduğunu nasıl bildireceğiz. Tatili olmayan, mesaisinin sınırı olmayan, emeğinin karşılığını alamayan gergin adam, öfkesini karakola düşenden veya bunların dağıtın(!) emriyle meydanlarda yakaladıklarından alıyor. Ne yazık ki bu konunun ciddiyeti, ağırlığı bir türlü anlaşılamadı.
Diğer taraftan nasıl olsa işsizlik diz boyu, ben bu işsiz gençleri polis yapar, maaşa bağlarım sonra da istediklerimi pataklatır, onları da ödüllendiririm düşüncesi fevkalade yanlıştır. Millet polisine güvenmelidir. Bir meslek zümresi için en büyük fenalık kendilerine olan güveni kaybetmeleridir. Güven, en büyük zenginlik ve takdir belgesidir. Toplum, güven duygusu üstüne kurulmuştur ve bu duyguyla yaşar.
İktidar devletin bütün vidalarını AB uğruna yalama etti. Yivler vidaları tutmuyor. Hükümetlerin unutmaması gereken anayasanın önünde emirlerindeki kamu görevlilerinin bütün suçlarından hukuksuz ve kanunsuz fiillerinden sorumlu olduğudur. Bu konuda gösterilecek zaaf siyasi iktidarlara tahmin edemeyecekleri ağır faturalar ödetir. Hükümetler kanun, düzen ve asayiş üçgeni üzerine oturur. Bunlardan birisi yıprandı ve kırıldı mı devlet yara alır. Yara alan devletin bunu affettiği görülmemiştir. Hakikatleri görüp, hakikatin önünde eğilmeyi bilmeden devlet adamı olunmuyor.

Yazarın Diğer Yazıları