Devleti sızdırmak ve meşruiyet!
Medyaya düşen haberlere göre yüksek Komutanlar, Yargı mensupları, Yargıtay, Yargıtay Başsavcılığı, Cumhuriyet Başsavcıları, Yarsav Başkanı, Anayasa Mahkemesi Üyeleri vb. dinleniyormuş. Kişiler ve kurumların kimisi yasal, kimisi de yasal olmayan yoldan ama sonuçta dinleniyormuş, dinlenebiliyormuş. Bu durum dinleme olgusunun devlet ve kamu nezdinde bir gerçek olduğunu gösteriyor. Sonuçta kurumlar kurumları, kurumlar mensuplarını, hâkimler hâkimleri, şahıslar yetkilileri ve nihayet devlet devleti dinliyormuş! Kuşkusuz burada önemli olan dinlemenin yasal olup olmaması değil dinlenmenin bir gerçek olmasıdır. Devletin tepesinde stratejik görevlerde bulunanların dinlenebilir olması ciddi bir durumdur.
Herkes herkese göre şüpheli!
Diğer yandan devletin tepesindeki bazı yetkililerin diğer devlet organlarını gizlice dinleme ihtiyacı duyması da ilginç ötesi bir durumdur. Kamudaki görevlerini uyum ve işbirliği içinde yerine getirmesi gerekenler aksine birbirleriyle kavga eder görüntüsü vermektedir. Birbirinden şüphe duyan kurum ya da şahısların birbirleriyle ahenkli bir çalışma içinde olması düşünülemez. Bu noktada birbirinin sırtını yere getirmek için dosya ve belge savaşı içine girenler için ülkenin yüksek çıkarları ayrıntı mertebesine indirgenmiş olur. Halbuki devletin yüksek görevlerinde çalışanların birbirlerini şüpheli ya da esrarengiz görme hakları yoktur.
Devlet rehine haline getirilmiştir
Genelkurmay gibi Türkiye’nin en stratejik kurumunun, belge, bilgi ve dokümanlarının çarşaf çarşaf gazetelerde yayınlanması ülkenin hiçbir mahrem sırrının kalmadığını göstermektedir. İşportaya düşen ses kayıtları, gizli belgeler ve devlet sırrı niteliğindeki bilgiler yüzünden bir çok devlet yetkilisinin yabancı servislerin rehinesi duruma gelmediğinden kimse emin olamaz. Devlet kurumlarından dışarıya sızdırılan belge, veri, proje ya da bilgilerin afişe edilenlerden ibaret olduğunu sanmak da doğru değildir. Bu durumda kimse CIA, MOSSAD, Rus, Alman ya da Yunan İstihbaratının elinde Türkiye’nin en mahrem sırlarının olmadığını söyleyemez. Öyle görülüyor ki halen devletin üst kademesinde görev alan yetkililer bir takım belge, bilgi ve raporun şantaj ve baskısı altında görev yapmaktadır.
Sızan ya da sızdırılan belge, bilgi ve sırların ülke çıkarları aleyhine kullanılmadığını düşünmek de mümkün değildir. Kamu görevinde bulunanların bu durumda iç ve dış çıkar odaklarının mahkûmu haline gelmediğinden kimse emin olamaz. Ayrıca sürecin doğasında zamanı geldiğinde servise konulmak üzere yüzlerce hazır dosyanın rezervde tutulması da vardır.
İktidarın meşruiyeti!
Ülkenin yalnız kurumları değil sistemi de kevgire dönmüştür. Yürütme, yargıyı tarassut ile kontrol altına almıştır. Kendisini özgür hissetmeyen yargı ya da yargıcın yurttaşın özgürlüğünü sağlayacağını düşünmek mümkün değildir. Yargının kendisi bugün himmete muhtaç hale gelmiştir. Konuşmaları dinlenen, mensupları baskı altına alınan bir yargının bağımsızlığından bahsetmek komiklik olur. Bu durumda haberleşme özgürlüğünden ya da özel hayatın gizliliğinden bahsetmeye ise hiç gerek yoktur. Türkiye’de yürütme diğer iki erki de kontrol eder hale gelmiştir. İktidar açıkça demokratik kurumları totaliter amaçlarının aracı haline getirmiş, böylece meşruiyetini de tartışmaya açmıştır.