Devlet ve vakıf anlayışımız değişmeli
İktisat tarihi her zaman devleti ve devletin yapacağı işleri, ideolojik kalıplara koymuştur. Bu nedenledir ki, bugün de derinlemesine bilgi ve kültüre sahip olmayanlar, devlet denilince devletçiliği anlıyorlar.
Gerçekte ise devlet de canlı varlıklar gibi sürekli değişen ve canlı kalan manevi bir varlıktır. Gelişmekte olan ülkelerde, rekabetin sağlanması ve piyasanın işlemesi için, devletin müdahale etmesi kaçınılmazdır. Bu süreçte devletin yeniden yapılanması için radikal çözümler gerekir... Önce devletin ne işleri yapacağı, hangi hizmetleri sunacağı başka bir ifade ile fonksiyonları karar altına alınır... Bu karara göre, teşkilat ve yönetim yasaları çıkarılır.
Oysa biz de, nereye gidersek gidelim, devlet aynı devlet... Yaptığı işler aynı... Kamu yönetiminde yeniden yapılanma denilince de yalnızca yönetim yasası değişiyor... Elbette bu, kamuda yeniden yapılanma değildir...
Aslında ekonomik ve sosyal yaşamda, özel sektör ve kamu sektörü dışında bir de vakıflar var. Vakıflar üçüncü sektörü oluşturuyor.
Türkiye’de yalnızca devlette değil, vakıf anlayışında da reform yapılması gerekir.
Vakıfları iki guruba ayırmak gerekir. Birisi özel vakıflar. Birisi de devlete intikal etmiş eski vakıflar.
Vakıf, vakfedilen bir mal veya parayı ifade eder... Bir hayır işidir... Eğer özel bir kişi veya özel bir kurum vakfetmişse, kendi vakfettiği bu varlığı istediği gibi yönetsin... Veya yönetecek insanı seçsin... Vergiyi de mevzuata göre ödesin... Örneğin okul yaparsa ödemesin... Bakkal dükkanı açarsa ödesin... Bu vakfa herhangi bir kamusal imtiyaz verilmesi zaten doğru değildir... O zaman, Vakıflar İdaresi neden karışsın?.. Yahut neden denetlesin?
Öte yandan vakfiye bir kişi veya bir grup olabilir... Bu takdirde aynı vakfa yeni vakfiyeler de katılabilir... Ancak mutlaka eski vakfiyeler kadar sermaye koymaları gerekir... Aksi halde vakıfların derneklerden farkı kalmaz.
Kamu kurumları ile bağlantılı vakıf kurulması zaten doğru olmaz... Devletin yapması gereken işleri neden vakıflar yapsın?..
Eğer bir vakıf, bir kamu kurumuna maddi yardımda bulunmak istiyorsa, o kuruluşun bütçesine yardım yapabilir.
Öte yandan mal varlığı devlete intikal etmiş vakıflar varsa... Örneğin Osmanlı’dan kalma mallar varsa... Bunlar devlet malıdır... Devlet malına da Milli Emlak bakar... Ayrıca Vakıflar İdaresi’ne neden ihtiyaç var?
Aslında bu kadar kolay olması gereken bir vakıflar düzenini biz içinden çıkılmaz bir bürokrasiye boğmuş bulunuyoruz... Vakıf kuruluş ve kapanışında, resmi senet değişirken, yargı da meşgul edilmektedir. Vakıflar Yasası’nda, “Vakfı yönetenler, basiretli tüccar gibi davranmak zorundadır” diyor... Vakfın basiretli bir tüccar gibi idare edilip edilmediğini kim tayin edecek? Eğer vergi muafiyeti olan vakıf değilse, o zaman herkes vakfa hayır için koyduğu parayı yine herkesten daha iyi idare eder...
Öte yandan Anayasa’nın 130. maddesinde, “Kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından devletin gözetim ve denetimine tabi, yüksek öğretim kurumları kurulabilir” deniliyor.
Herkes de biliyor ki birkaçı hariç, vakıf üniversiteleri para kazanmak için kuruluyor.
Sonuç olarak; devletin ve vakıfların topluma daha yararlı olması ve daha etkin çalışması için, yapısal reforma tabi tutulmaları gereklidir.